29 Eylül 2010 Çarşamba

Bir gün hikayesi...

Her zamanki gibi bir gündü...
saatler 07:30u gösteriyor olacaktı ki alarm acımasızca ötmeye başladı.. gözlerimi açar açmaz bir cümle geldi dilime:
"Gün; senin için gözünü açtığın anda başlar..."
Şöyle kalın ve italik harflerle, birde tırnak içine aldım mıydı yazarım takibana'ya, diye düşündüm.. ve yaptım da! ama gün yine de her zamanki gibi başlamıştı.
bir duş alıp kendime geldikten sonra, artık bundan sonra yaşayacağım iş günü sayısı kadar bıçaklanacak yüzümü, bu güne kadar ki iş günü toplamıma +1 daha eklemek adına traş ettim.. "cilet füüjın pavır 5 pıçaklı!" diye reklamlarda bağırmalarına rağmen benim elimdeki aletin ilk bıçağı değiyor gerisi ise adeta geziniyordu. ağzımdan çıkan ağır küfrün karşımdaki aynada altyazı olarak geçtiğini gördüm, tabii türkçe altyazı yamalı hollywood iyimserliğiyle "lanet olsun!" şeklindeydi bu altyazı.. hollywood bir yana türkçe altyazınınve dublajın allah belasını versindi. zira kafamda ağız dolusu küfretmeme rağmen dudaklarımdan artarda lanet olsun cümlelerinin çıktığı zamanlar da çoktu.. bunları kafamdan silip elimdeki traş bıçağına geri döndüm, diğer 4 bıçağı sökesim geldiyse de "sökeyim 5 bıçağınızı!!" diye bağırmakla yetindim.. Bir türlü kendime gelip günlük iş hayatıma adapte olamıyordum..
kahvaltılık bir şeyler atıştırmak adına mutfağa doğru gittiğimde buzdolabının acımasız yokluğuyla karşılaştım.. tabii ya, dün tamirci gelip almıştı, yoksa neydi bu evdeki sessizlik! omuz silkip mutfaktaki yoğun (öyle böyle değil) peynir kokusunu aldım. kokunun merkesine yönelmeden elime aldığım peynir posetini çöpe attım. rafta duran sarelle ve fındık ezmesini de alarak irfan değirmenci ile sabah haberlerini izlemek için salona geçtim. irfan dediysem de çok sevdiğimden değil, sabah sabah ntv ciddiyeti çekilmiyordu tecrübeyle sabit, diğer kanalları zaten es geçiyordum. ama irfan d. dediğimiz adam sabah sabah izleyici ile konuşup, yalnız yaşayan arkadaşları da (yani beni) düşünerek sabah haberlerini katlanılır kılıyordu. kısım kısım yayınlanan haberlerde kah şaşırıyor, kah hüzünleniyor, kah lanet ediyor, kah eğleniyor, kah kahkahalar atıyordum. bu sırada kahvaltım da devam ediyordu tabii.. sarelleli ekmeğin üzerine sürdüğüm fiskobirlik fındık ezmesini her ağzıma götürüşümde "ulan adamlar yapıyor be, tabii ki pahalı olacak!" diye düşünüyordum.. oysa bildiğin kakaolu krema ile fındıktı bunlar ama elineki mal verdiğin para kadar değerlidir düşüncesiyle yetişmiş bir milletin mensubu olarak hakettiğinden fazla değer vermeliydim bu ikiliye.. bu iki kıymetli besin maddesine rağmen mutfağımda başka hiçbirşey yoktu, yani elimdekiler tamamlayıcı değil ana besin maddelerimdi...
evden işe doğru çıktım,yine ve her iş günü sabahı oduğu gibi, iş ile ev arasındaki en dikkat çekici yer olan emniyet müdürlüğünün önünden geçerken bina önündeki nöbetçi polis memurlarına günlük rutin selamımı verdim.. 09:00 itibariyle tümdüşüncelerimi, tüm hayatımı, tüm ideallerimi yine birkenara bıraktım, şalterleri indirdim ve kendime geldiiğimde saatler 17:00ı gösteriyordu..gün bitmiş solumdaki iş arkadaşım gazi (ağır grip) olmuş, sağımdaki
bitap düşmüş, ben ise yüzümde aptal bir gülümsemeyle karşımdaki boş bilgisayar ekranına bakıyordum.. gözlerimi ovup kendime geldim.. bu hikayenin bir sonu yoktu, ama illa her b.kun da bir sonucu olacak değildi ya..
gunsonu işlemlerini yaparken yetkili bir ağızdan "mutlu musun" diye bir soru alınca, yiğit özgür'ün o muhteşem şaheseri geldi aklıma ama sırası değildi.. ben de "hayır" demekle yetindim.. hakkaten mutsuz muydum_? mutsuz ama umutluydum belki. ya da böyle tiriviri cümlelere gerek yoktu.. o an mutlu değildim işte.. derken iş bitti ve dışarı çıktım.. herkes evlere dağılınca "günlük rutin" iş çıkışı sigarasıyla yalnız kaldığımı farkettim, evde de kimse yoktu, hava kararmıştı..
yavaş yavaş yürümeye başladım.. bir iddaa bayiine girip barcelona-1 maç sonucu diye doldurdum yuvarlak boşlukları, sallamasyon birkaç maçtan sonra bu kadarının yeterli olacağını, bir sonraki maaşa kadar kazanacağım bu parayla geçinebileceğimi düşünüp, buna ikna olup kuponu yatırdım.. daha sonra alternatif para kazanma yollarını da denemiş olmak adına şans topuna da şans verdim ve dışarı çıktım, 2. akşam sigaramı yaktığımda barcelona maçı başlamıştı bile..
rubin kazan fena bastırıyor ama kaptan puyol izin vermiyordu, maçı dışardan gözetlerken bu yazının nereye doğru gittiğini düşündüysem de pek bir yol bulamadım.. evimde ekmek yoktu yolumda da ekmeği olan bir market.. yöndeğiştirip ekmk aramaya başladım. derken telefon çaldı, arayan buzdolabına gerekli müdahaleleri yaptığını ama ancak yarın öğle saatlerinde taburcu edilebileceğini ifade etmeye çalışan tamirciydi.. yapacak bir şey yoktu, telefon henüz kulağımdayken gözlüğümde kocaman bir su damlası belirdi. gözlüğü çıkardığımda bunun sadece küçük bir damla olduğunu farkettim ve yukarı doğru baktım.. yağmur başlamak üzereydi, aha,dedim, hayat bok gibi...
bu düşünceden kurtulmaya çalışarak ve ıslanarak,zoraki bulduğum ve ne ile tamamlayarak yiyeceğimi bilmediğim ekmeği ıslatmamaya çalışarak eve doğru giderken iddaa bayiinden gelen "guardiola istifaaa!!" nidalarını duydum.. önümdeki 2 günlük geçinme planım birden alt üst olmuştu..
...
birşeyler yiyip bilgisayar başına oturdum ve bu yazının beklediğimden uzun ve amaçsız olduğunu farkettim. ama olsundu! ben gaso ve kaso ya yazdığımı söylemiştim artık ve bu yazı bir şekilde ya da bu şekilde bitmek zorundaydı!...
ve yazıya başladığım özlüsözün gasoca'sını gaso'ya sorarak bitirmeye karar verince;

"gün senin için gözünü açınca değil telefonun alarmı çalınca başlar"

dedi... beğenmedim...

haseyn...

Hiç yorum yok:

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..