28 Mart 2010 Pazar

bir süreliğine elveda, beni mazur görünüz..

Uzun bire süredir bir sessizlik hakim siteye, farkındayım..
Ancak hayatımızdaki bazı önemli gelişmeler bu sessizliği kaçınılmaz kıldı. Zaten uzun zamandır tek başıma sırtlanmak zorunda kaldığım naçizane sitemizin yöneticiliğini, bir süreliğine -yani en azından yeni yaşam yerime , işime ve hayatıma uyum sağlayana kadar- bir başkasına devretmek istesem de eminim bunu yapacak kimse çıkmayacaktır..Ya da "elbette ben yaparım" deyip iki gün sonra bırakacaktır.. Bu yüzden yazaarları yeni yazılar eklemedikçe ya da gaso imana gelip bir sorumluluk örneği göstermedikçe, sitemizde yenilikler göremeyeceğinizi üzüntüyle bildirir, kişisel problemlerim nedeniyle bu kopukluğun yaşanmasından ötürü tüm içtenliğimle özür dilerim sevgili takibana okurları..
Ancak bu sürecin sonunda -yeni yaşam yerim Söke'ye söke söke gidip yerleştikten, yeni bilgisayarım geldikten ve sınırsız internet imkanım tekrar sağlandıktan sonra- bu ayrılığın acısını çıkarırcasına yeniliklerle tekrar buluşacağımıza emin olun.. Devrik lider gaso ve dürtüklemeden yazmamayı adet edinmiş takibana yazarlarına inat; daimi bir birliktelik, farklı türden yazılar ve sürekli güncellemelerle karşınızda olacağım..

Tabii bu arada sizler de siteyi ihmal etmeyiniz.. hali hazırda sitede mevcut eski yazılarımızı okuyunuz, okutunuz..

Tekrar görüşünceye dek, Takibana ruhuyla, tüm Takibanalara, bir süreliğine elveda... beni mzur görünüz...

haseyn..

24 Mart 2010 Çarşamba

Burjuva İktisadının Gelişimi Üzerine...


Tarihi gelişim süreci çerçevesinde, burjuva iktisadında hiçbir gelişmenin kaydedilmemiş olduğu göze çarpar. Başarı gösterdiği tek nokta, sürekli olarak dış görünüşünde ortaya çıkmakta ve üstelik gerçekleştirildiği zannedilen dış görünüşü, makyajı akıncaya kadar, biteviye parlatılmaya devam edilmektedir. Söz konusu parlatma girişimlerinde kullandığı makyaj malzemeleri arasında kimi ön eklerin kullanılmasını da hiç ihmal etmemektedir. Bunlar arasında kullanmadığı ne neo'su(neoklasik), ne yeni diye başlayanı(yeni keynesyen), ne post diye ortaya konanı(post yapısalcı) vs. kalmıştır. Her defasında kendini yeniden üretmesine rağmen bu süreç bir yenilenme süreci olmaktan ziyade eskinin devamını sağlamaya yönelik olarak gerçekleştirilen hamlelerden başkaca bir boyuta erişememekte ve bu nedenle de, hem yaptığı makyaj uzun soluklu olamamakta ve hem de her defasında yeni bir makyaj yapmak için harcadığı süre giderek uzamaktadır. Bunun ötesinde sözüm ona birbirinin aksiymiş ve sanki bir öncekinin öncüllerini lağvediyormuş gibi lanse edilen her bir çehre değişikliği, bir öncekine göre içinden daha da çıkılması zor koşulları beraberinde getirmekte ve yapmış olduğu makyajın silinmesi, hiç değilse kendi çıkarları açısından daha da zorlaşmakta, makyaj giderek daha da kalınlaşmaktadır. Kısaca, burjuva iktisadının Adam Smith ve David Ricardo'dan başlayarak günümüze kadar uzanan yaklaşık olarak 250 yıllık tarihi geçmişi çerçevesinde özüne ilişkin hiçbir değişiklik sözkonusu değildir.

Burjuva iktisadın bugün geldiğimiz noktada adı ne olursa olsun gelişen akım çerçevesinde somut olarak ortaya çıkan durum, sürmekte olan gelişmelerin dünyanın dört bir yanında milyarlarca insanı yaşamın her alanında -iktisadi, siyasi, kültürel, çevresel vb.- etkileyerek, gün geçtikçe biraz daha bataklığın içine çekmekte olduğudur...

11 Mart 2010 Perşembe

Tinios...



Ayak seslerini duyabiliyordum… tanıdım… fakat, her zamanki oyununu yapıyordu; aklınca parmak uçlarında yürüyerek, kendisinden 7 kg 375 gr daha hafif olan hüseyin’in yürüyüşünü taklit ile beni kandıracağını sanıyordu… hüseyin’in, camının 5te 1i kırık penceremin karşısında görünen incir ağacının dördüncü katına nazır dalında mütemadiyen oturduğunu ve hayatının buraya kadarki kısmını ve hatta sonrasını orada geçireceğini unutmuş olabileceğimi düşünmesi shaturanga da 3 piyon kayıpla sonuçlanacak aciz bir hamleydi…
Oyun kısa sürdü. Terliğimin üzerine hücremin kapı dibinden yansıyan ışık huzmeleri, saniyede 12 santimetre kare alanı karanlıkta bırakacak şekilde kayboldular… kayboldular… kayboldu… kayboldum…
Penceremin, güvercinlerin pislikleriyle onurlandırmadığı yarı saydam bir şükufesinden 1,5 lüx şiddetinde yansıyan parıltının boynumdan akan soğuk ter tanelerim olduğunu fark ettim…
İncir ağacını emziren Hüseyin değil, Kemal’di… oyun değildi bu ve henüz kimse bir şey kaybetmemişti… ulan hani ömrünün geri kalanını şe……
Hüseyin, ‘sana da sıra gelecek, sağacaksın!’ diye ünledi, ardımdan, ancak ses gözetleme ızgarasına değil, ayak parmaklarıma paralel aksediyordu… nasıl oluyor ve Newton ipne midir, diye sorarak, ızgarayı araladım… benim ayaklarım ?!
?! işaretine bakılırsa, belirsiz bir hamleydi… numarası eksik ayakkabılarım, üç sağımlık incir sütüne mal olmuştu, fakat neden benim değil de onun ayaklarındaydı… üstelik incir ağacına turuncu ayakkabılarla çıkılmaz… bu ancak Gökmen’in inancını yasladığı Tinios Ritüelleri’nde mümkün olabilirdi… ah o ritüeller… ama şimdi sırası değil… kesinlikle değil…
Kemal, incir ağacının cenup dallarını talan ederek, ihtiyarın şimale dik uzanmasını umuyordu… daha çok sağmalı, daha çok… 65 derecelik eğimi yakalamadan önce bu oyun bitmeli… yoksa sonumuz gelecek, kapılar kapacak, Kemal incir sütüne karışacak, ben shaturanga’ da bir piyon, hüseyin’in kapı altından sızarak korkumu gıdıklayan rakibim gölgesi ise bir at olacak… bir daha ki tinios’a kadar ne içileceğiz, ne kazanacağız ne de kaybedeceğiz… iyi olanın bu olduğunu söylesem tinios’u sorarsınız bana korkuyla… bir sonraki tinios’a kadar yaşayacağız, sütte ve shaturanga’da… sonra mı? Orontes açılışının Defne varyantında feda edilerek ben, hüseyin’e yem edileceğim ancak oyunu kazanan o olmayacak, neither ben… kazananlar da kaybedenler de içecekler o sütten…
Sonun bir başlangıç olduğuna hiçbirimiz asla inanmadık; gölge, sahibi, ben, kemal, gökmen, tin, tini, tinios, piyon yahut at… asla inanmadık… zira aksini de ispatlayamadık, ki zira bir araya gelince öznelerimiz, asla sevişmeyeceğimiz hatunların rahatsız olacağı bir koku ile sallanırız… nedense o hatunlar da asla 4.nefesten sonra gelen güzel rayihasının varlığını keşfedemeyecek zevkimizin…
‘g4’… ilk hamleden yenileceğimi, beyaz gözlü rakibimin bakışından sezdim… ilginç, sakin ve güzel değil mi? ‘g4’… bu tanım, “korkunç”un tanımı…
‘beraberlik!’ diyebildim, artakalanımla… turuncu ayakkabılı gölgeye beraberlik teklifimi tasdik ettirmek için hangi elimi uzatmam gerektiğini düşündüm… ‘hangisini isterse o’ dedim… sağ geldi, sağ gittim… tinios’a uygun olarak sol alt diyagonelden sağ üste ilerleyecek ve küçük merkezin ortasında eşitliği kutlayacaktık… kutlayacaktık… kutlayacak… kutla… kut…
İşaret parmağım fark edemediğim bir parmağının siluetine mikroskobik temasa yeltenirken zaman durdu… hani neden pencereye bir incir tanesi fırlatarak hızımızı saniyede birkaç santimetre daha arttırmamızı salık vermedin be Kemal, be Süt, incir sütü… içmesinler mi seni şimdi…
Tamamı renksiz shaturanga zemini 5. Boyuta katlandı… katlandı… kat… kat… kat…
Son işittiğimiz, bir sarhoşun, Orontes’in Defne fedasına asla düşmeyeceğine ettiği yemini “unuttum” diye aşağılamasına, elinde Süt ile Gökmen’in verdiği yanıttı : “ŞEYH MET.”


aytaç arpacı 8.3.2010

9 Mart 2010 Salı

'Başka Semtin Çocukları' üzerine...

Başka Semtin Çocukları anlatmak istediğini anlatamayan, düğümlerin yanlış yerlerde atıldığı, 'ucuz' bir film. Film süresince yanlış zamanlarda atılan düğümler filmin yanlış algılanmasına yol açıyor ve filmi temadan uzaklaştırıyor. Oyunculukların çoğunun kötü olması, text'ii zorla okurmuş gibi okumaları gerçeklikten uzak sahneler izlememize sebep oluyor ve bu yüzden filmin -olması gereken- bağlayıcı özellikleri ortadan kalkıyor. Sekanslar arası geçişlerde yapılan hatalar (montaj hataları da olsa) izleyicinin filmden kopmasına yol açıyor(başrol erkek oyuncunun yere bakarken, diğer sekansa geçişte göyüzüne bakması gibi). Irk, mezhep ayrımcılığına bolca gönderme yapan film, tüm film borunca tek bir oyuncuyu bile farklı bir şivede konuşturma gereği duymayıp, gerçeklikten ve inandırıcılıktan uzaklaşıyor. Yani aslında filmin ne anlatmak istediğini zor da olsa anlıyoruz ama bunu, ibretle izlenmesi (ya da verilmesi) gereken sahneleri kafamızda canlandırarak ve yorumlayarak ancak yapabiliyoruz. Evet izleyicinin de bir çaba sarfetmesi gerekir elbet. Ama bu kadarı da bir kitabı okumaktan farklı olmuyor ve filmden beklediğimiz haz çileye dönüşüyor.


Filmin sonuna yakın 'dövüş' sahnesi fazlasıyla kolpa, gerçek dışı ve -olması istenenin aksine- hiçbir nefret,etkileyicilik ya da hayranlık oluşturmuyor. Çarpıcı olması istenen final ise, birçok düğümü çözülmeden bırakıp filmin temadan uzaklaşmasına yol açıyor. Yani aslında gereksiz, sadece "çarpıcı olması istenen" bir final... Özellikle hiç gereği yokken, gereğinden fazla üstüne giidilen 'kerim' ve 'canan' karakterleri finalde de askıda kalıyor, neden bu kadar üzerine gidildiğine anlam veremiyoruz. Filmle ilgili tek olumlu yan ise keskin geçişlerin ve flashback'lerin etkili olması. Başrol erkek oyuncunun savaş sahnelerine dönüşü, yağmur sahnesi (postal sahnesi yetersiz olsa da) biraz da olsa heyecanlandırıyor bizi.. Sonuç olarak Başka Semtin Çocukları başarısız bir film, dertli ama gösterişten uzak kalamamış etkisiz bir film. Kısacası yönetmenin patates kızartayım derken yahnide karar kılması ve patates püresi yemesi gibi bir şey...
Bu eleştiriyi neden yazma gereği duydum_? Çünkü şu ana kadar "mutlaka izle" lafını defalarca duyduktan sonra filmle ilgili beklentileriniz had safhaya çıkıyor ve sonuç hüsran olunca bunu dışavurma gereği duyuyorsunuz...
Ama elbette ki emeğe saygıdır, izlenmesi gerekir...

haseyn...

8 Mart 2010 Pazartesi

SADECE


Birakin kardesim; kadinlar gunu diye ovgu yagdirmayin.

Onden kapimi acmayin, ben de acabiliyorken.

Sandalyemi cekmeyin oturayim diye, ben cekebiliyorken.

Sadece bana bakarken, sizden farkli organlarima degil, “bana” bakin.

Ise alirken disima degil aklima bakin.

Beni yargilarken “Bir kadindan bunu beklemezdim!” ya da “Bir kadindan da ancak bu beklenirdi!” diye onyargida bulunmayin; benden bir sey beklemeyin beni taniyana kadar.

Sirtimdan sopayi eksik edin. Birakin kac cocuk doguracagimi biraz ben de belirleyebileyim.

Birakin beni namusunuz diye adlandirip sonra oldurmeyi; tecavuzlere goz yummayin sadece.

Korkutmayin beni; asagilamayin, korumayin da, korunmaya ihtiyacim olmayacak bir dunyayi istememi anlayin sadece. Onumde, arkamda degil; yanimda olun.

Tabi ki ayni degiliz ama beni zavalli, aciz, farkli bir hayvan turuymusum gibi degil de, sadece bazen sizden daha da guclu bazen de daha zayif olabilen, sizden farkli bir insan olarak kabul edin.

Beni ayirmayin, sadece insan olarak gorun. Cunku ben ustunlugun, pozitif ayrimciligin degil, sadece esitligin ozlemindeyim…

Oscar tahmini yapmak gerekirse...

Bilindiği gibi önümüzdeki saatlerde yeni oscar'ların sahipleri belli olacak.. birkaç tahmin yürütelim ve adaylara göz atalım...

EN İYİ FİLM:
Kim ne derse desin adaylar arasından sıyrılan iki film var, Avatar ve Inglourious Basterds .. Gerçekçi olmak gerekirse diğerlerini ayrı bir kefeye koyalım derim.. sadece En iyi film dalında değerlendireceksek derim ki, akademi her sene yaptığı gibi, oyunu Avatar'dan yana kullanacaktır.. tamam diğeri de iyi film ama vermezler.. yani aslında yedirmezler.. neden_? Diploımatik gerginliklere yol açar efenim.. Ha sen olsan kime verirdin oyunu. valla yemişim cameron'unu, gözüm kapalı avatar'a verirdim.. Inglourious Basterds henüz tekrar izlediğim güzel ve cesur bir film. Tarantino'dan da bu beklenirdi zaten. Fekat Avatar'dan çıkıpta etkilenmemek mümkün değildir. öte yandan Inglourious Basterds bir çok dikkatli izleyicinin farkedeceği gibi sekanslar arasında ciddi hataların olduğu bir film (pastaya söndürülen sigaranın henüz yanmış olmasına rağman, pastada bitmiş görünmesi. özellikle shosanna'nın geçişlerde sık sık yaşadığı atlamalar vs.).elbette ki bu hataları en iyi film dalında dile getirmek çok doğru olmayacaktır. ancak en iyi film denince her karede, hatta her saniyenin 24 karesinde bir kusursuzluk aramak yanlış olmayacaktır..

Yani En İyi Film: AVATAR

En iyi erkek oyuncu:
Adaylara şöyle bir göz attığımızda duygusal olarak tercihimiz Morgan FREEMAN'dan yana olacaktır. ancak Oscar konusunda Akademi'nin duygusallığı ön plana çıkacağından tercihim Freeman'dan yana olsa da tahminim oscar'a 5. kez aday gösterilen JEFF BRIDGES'in kazanacağıdır..

Yani En İyi Erkek Oyuncu: JEFF BRIDGES

En iyi Kadın oyuncu:
Her sene sinirlenmeme sebep olan dala geldi sıra. ben bu sene de -her sene olduğu gibi- hiçbir kadın oyuncuya oy vermek istemiyorum. her sene aynı oyuncuları görmek yeter diye düşünüyorum. yani gerek Helen MIRREN, gerek Meryl STREEP, zaten ikisi de beğenmediğim oyunculardır. Queen'le aldın ödülü otur yerine. Sandra Bullock ön plana çıksa da ve her sene olduğu gibi yine bir zenci kadını sanki mecburiyettenmiş gibi aday gösteren akademiyi kınıyor ve hiçbir kadına oy vermiyorum. Ama tahminim var elbet.. Sandra'yı yeni filmlerde görmek isteyeceğimiz de açıktır..

Yani En İyi Kadın Oyuncu: SANDRA BULLOCK

En İyi Yönetmen:
İşte benim için olayın koptuğu nokta. Bir kere ben bu sene bir Titanic ya da Slumdog Millionaire sendromunun yaşanacağını düşünüyorum. yani James Cameron'u ve dolayısıyla Avatar'ı pek sık duyacağız gibi. Zaten çoğu izleyici benim gibi düşünüyordur eminim. Ben yine de Tarantino bir sürpriz yapabilir diyorum ama elbette ki tahminimi daha güçlü bir aday olan James Cameron'dan yana kullanıyorum. (Akademinin bir sürpriz yapıp Kathryn Bigelow'u seçmeyeceğini varsayarsak)

Yani En İyi Yönetmen: JAMES CAMERON

En İyi Özgün Senaryo:
Tartışmasız Tarantino ve Inglourious Basterds diyorum. Ha tartışmak gerekirse illa; açıklıyım. Elbetteki en güçlü adaylardan biri de A Serious Man ile Coen Kardeşler olacaktır. Ama bu tip bir yanılgıyı 2007 yılında Köstebek'li Scorsese değil de, Babel'li Alejandro González Iñárritu diyerek yapmıştım. Oyum Coen Kardeşlerden yana ama...

Yani En iyi Özgün Senaryo: INGLOURIOUS BASTERDS (QUENTIN TARANTINO)

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:
İzleyen bilir. Inglourious Basterds filminde, Hans Landa'nın her sahnesinde, izleyici olarak ikilemde kalmak mümkün. Acaba yine tuzak mı kuruyor, yoksa samimi mi_? Etkileyici performansı, inandırıcılığı, mimikleri ve Tarantino değmiş Landa karakteriyle, şüphesiz Christoph WALTZ diyorum. hem oyum hem tahminim ondan yana..

Yani En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu: CHRİSTOPH WALTZ (INGLOURIOUS BASTERDS)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:
Crazy Heart ile MAGGIE GYLLENHAAL diyesim var ve evet oyum ondan yana. Ama ödülün -akademinin her sene bir "cesur" kadını ödüllendirdiğini hesaba katarsak- PENELOPE CRUZ'a gideceğine şüphe yok.

Yani En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: PENELOPE CRUZ (NINE)

En İyi Görüntü Yönetmeni:
Mauro Fiore'den başka bir aday gösterilmese de olacak bir dal. Tartışmasız Avatar..

Yani En İyi Görüntü Yönetmeni: MAURO FİORE (AVATAR)

Evet.. Tahminlerim bu yönde.. Birazdan ödül töreni başlayacak.. Demem o ki; kırmızı halıyı boşverin, zaten izleyince birşey olmuyor, onun yerine eksik kalan, izlemediğiniz aday filmleri izleyin..

haseyn...

7 Mart 2010 Pazar

öyle işte...


Asansörde karşılaşıyoruz başında örtüyle yaşayan kadınla. Küçük tekerleklerle sürüklediği, biri mavi biri kırmızı iki kovadan oluşan temizlik sistemini asansöre sığdırmakta zorlanıyor, yardım ediyorum. 4. yılım aynı apartmanda. Yani 4 yıldır sürekli karşılaşıyoruz kapıcının karısıyla. Asansörde, çöp toplama saatinde, aidat toplama günlerinde, apartman kapısında, temizlik esnasında. Yani kısacası onun mesai saatlerinde.. Orta yaşlı bir kadın kapıcının karısı, uzun mat renkli eteği ve başındaki türbanına rağmen taktığı gözlük korkmama sebep oluyor, nedenini anlamıyorum hala.. "kaça abla_?" diyorum, "yedi" diyor. Bizim asansörün ülkenin ilk asansörlerinden biri olduğunu düşünürsek zeminden tepeye uzun bir yolculuğumuz var, kapıdan yana dönüyorum.. Tokat gibi soruyor aniden: "bitti mi okul_?". "bitti" diyorum "geçen sene".. "ee ne yapıyorsun hala burda_?". yüzüne değil de kat göstergesine bakıyorum, yer olmadığı için arkam dönük, garipsemiyor diye umuyorum. nasıl bir cevap verilebilir ki buna_? "banka var, sonuç bekliyoruz işte" diyebiliyorum ancak. "ha.. iyi iyi.. hayırlısı..". eskiden olsa alay ediyor diye düşünüp üzerine giderdim, ama "inşallah" diyebiliyorum.. Kireç gibi suratı ve korkutucu gözlükleriyle bana bakıyor, bana acıyor, aldırmıyorum, varsın acısın.. "iyi iyi, okumuş adamsın, bizim gibi sürünmeyin de..". Gülesim geliyor, kocası sadece bizim mahallede 7 apartmanı elinde tutuyor. Kısa bir hesap yapıyorum. 7 apartman 20 daireden ve aylık 25'er Tl'den 3500 Tl. Boş daireler vardır belki, at 500'ü 3000 Tl.. "kimin süründüğü belli" diyesim geliyor. İşe girsem bile benden 2-3 kat fazla para kazanıyorlar, mesaisi yok birşeyi yok.. "biz de sürünüyoruz be abla" diyebiliyorum sadece.. "olsun olsun, okumuş adamın sürünmesi farklıdır.." Hala 6. kattayız, Temmuz'da asansör yenilenecek, öyle yazmış yönetici, 4 yıldır bekleyen konuşma bir kaç ay daha bekleyemez miydi_? Yandan bir bakış atıyorum kadına, gözlükleri geri atıyor bakışlarımı, "tahsilli bir sürünen" olduğuma seviniyorum neredeyse, kadının bakışları bu yönde.. "dediğin gibi olsun" diyorum.. Asansörden iniyoruz, iyi akşamlar dileyip eve giriyorum.. kapıyı kapatırken kocasının adı geliyor aklıma: "şaban". Şaka değil gerçek.. Babası Kapıcılar Kralı'ndan esinlenmiş olabilir isim koyarken..
...

Haberleri izliyorum: "Bursa'daki maçın rövanşında Diyarbakır'da beklenen oldu sayın seyirciler. maçtan önce terör örgütü yandaşlarının şovunu, orada güvenliği sağlamakla görevli polis yarıda kesti. maç esnasında da şova devam etmek isteyen grup....şunun kafası yarıldı... kameraya vurdular... 16. dakikada maç tatil oldu...provokasyona geldik!.. " görüntüdekilerin hepsi çocuk neredeyse.. tarafsız durmaya çalışan bilmemne kanalı illaki kayıyor ve "polis sizi korumak için orda, neden akıllı olmuyorsunuz, neden böyle yapıyorsunuz_?" gibi cümlelerle sunuyor haberi, fonda da grup yorum'un boran fırtınası var.. "allah topunuzun belasını versin!" diyorum.. ironik geliyor top demek...
...

Sabah... Evden çıkıyorum... İzmir yağmurlu ama hava sıcak.. gündüz yağışlı ve sıcak, gece yağışsız ve soğuk. Böyle iklim mi olur_? Bir önceki gün izlediğim haberleri düşünüyorum.. Ve kapıcı kadının o haberleri izlerken vereceği tepkiyi.. Haberler öyle bir sunulmuştu ki, pencereden lanet seslerini duymak mümkündü.. Kadın nasıl bir tepki verirdi ki_? S.ktir mi çekerdi bu ülkeden? Gaza gelip Bursaspor bayrağı mı asardı penceresine_? Ya da Diyarbakırspor bayrağı mı yakardı apartmanın önünde_? Belki kocasının tepkisine eşlik etmiştir.. Ya da belki susmuştur sadece.. içine hapsetmiştir tepkisini.. çoğu kadının yaptığı gibi bu ülkede.. Belki bir tepkisi yoktur artık.. Saçmalıyorum.. Yürümeye devam ediyorum, bir gazete bayiinin önünden geçerken takvim,sözcü tipi bir gazetenin sürmanşeti gözüme çarpıyor: "TAŞ-ERON!".. Hemen altında da kafasına Diyarbakırspor bandajı takmış 3 çocuk.. Bu benzetmelerin Star'da başlayıp bittiğini sanıyordum.. Öfkeleniyorum, gazeteyi arayıp manşeti atana sövesim geliyor saatlerce, neyi değiştirecek ki bu_? Vazgeçiyorum... o gazeteyi zaten alanların "evet, doğru" dediklerini duyuyorum sanki. Yazım tekniğine göre her b.ku kabul eden adamlar bunlar ve zaten ülkenin medya sistemi bu profili oluşturmak için yıllardır g.tünü yırtıyor, Bir telefonla ne değişebilir ki...
Bayağı yürümüşüm bunları düşünürken.. Kafamı kaldırıyorum.. Bursaspor bayrağı asmış biri, asabilir, normaldir... herhangi bir eve Diyarbakırspor bayrağı asılmasının şok haber olacağı bir ülkede yaşıyorum, ama herkes gibi Bursa bayrağını garipsemiyorum...
Yazıyı "ondan sonra böyle oldu, sonra şöyle oldu" gibi çarpıcı bir sonuçla bitirmek istiyorum.. Ama sadece akşam kapıcının karısı gelip çöpleri ve aidatı istiyor... "abla para yok yarın veririm" diyorum. "çöp_?" diyor.. balkon çöp dolu.."yok diyorum". "nasıl yok_?" diyecek gibi bakıyor, sonra iyi akşamlar deyip gidiyor.. balkona gidip çöplere bakıyorum ve nedense tek bir şey geliyor aklıma: "Diyarbakır alırdı maçı be!"

haseyn...

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..