29 Ocak 2010 Cuma

NEDEN?

Bir arada yaşamayı savunuyoruz. İnsanlar barış ve dayanışma içinde bir arada yaşamalı. Diğer yandan, çoğumuzun hayali ilerde, insanlardan uzak, doğayla baş başa bir köyde sadece sevdiğimiz bir kaç kişiyle mutlu bir yaşam kurmak ya da her fırsatta insanlardan uzak bir yerlere kaçıyoruz kafamızı dinlemek için. Neden?
Avatar’da son sahnede albay soruyordu “ Hey Sully, kendi ırkına ihanet etmek nasıl hissettiriyor?” diye. Filmde kendi ırkı insan olan Sully, gezegendeki yerli Na’vi ırkına katılmayı seçip, yaşam alanlarını yıkmaya çalışan insanlara karşı savaşıyordu. Filmi izleyip “Ben de Na’vi olmak istiyorum” diye düşünmeyen yoktur herhalde. Neden peki?
Can Dündar diyor ki “belki de bir bebekten bir katil yaratan karanlığın ilk nedeni sevgisizliktir”.Na’vi olmak istememizin nedeni “sevgi”miydi diye düşünüyorum şimdi. Kendilerine saldıran çirkin bir yaratığın ölümüne ağlayan bir Na’vi vardı ekranda;gerçek bir sevgiyle bağlıydılar doğaya. Na’vi ırkı saftı; Doğadan sadece ihtiyacı olanı alıyordu ve “değerini biliyordu ve anlıyordu" en ufak bir ot parçasının bile. Na’vi halkı sevgileriyle yaratmışlardı düzenlerini, mutluydular ta ki insanlar gelene kadar. İnsanlar bencillikleri ve hırsları uğruna her şeyi yıkmaya hazırdılar. Gerçek dünyada da böyle değil mi?
Bu günlerde olanlar neler düşündürüyor sizlere? Haiti fotoğraflarına bakıp ne düşünüyorsunuz, Hrant Dink’in oğlunun söylediklerini dinleyip ne düşünüyorsunuz? Tekel işçileri ölüme giderlerken onları görmeyenleri düşünüyor musunuz? Bütün bunların yanında lüks yaşamların sergilendiği, kıskançlık, bencillik dolu televizyon dizileri ve magazinleri… Neden kaybediyoruz değerlerimizi, değerlilerimizi?
Sonuç olarak yaşanan her kötülüğün sorumlusu biziz, kaybettiğimiz sevgimiz. Çok mu zor tekrar sevebilmek tüm insanları? Kim kazanacak bu düzenin sonunda bilmiyorum ama insanlık kaybedecek. Artık yapılan hataları görüp bir şeyler söylemenin zamanı gelmedi mi? Tüm insanların mutlu ve huzurlu yaşadığı bir düzense istediğimiz ve sadece doğru seçimler yapmak götürecekken bizi bu düzene, insan düşünen bir varlık olduğuna göre doğru olanı biliyorsa, neden yanlış olan seçiliyor çoğu zaman? Neden inanmıyoruz insanlara ve kaybediyoruz sevgimizi?

Ve gerçekten soruyorum NEDEN…?
özlem..

23 Ocak 2010 Cumartesi

Hollywood'da Bir Ogle Vakti -1 :




Degerli Takibana okurlari,

Bu yaziya bir on giris yazma geregi duyuyorum, lakin bu yazidan hemen once yayinlanan yazilardan biri tore kurbanlari digeri ise Haiti depremi ile ilgili. Ama biz Amerika gibi dunyanin en super otesi ulkesinde yasadigimiz icin burda oyle tore, deprem falan yok. Bizim tuzumuz cok kuru, ooohh kapitalizmin sefkatli ve yumusacik kucaginda bir o yana bir bu yana done done yatiyoz surekli. O yuzden de onceki konularla alakasiz, ancak Amerika'da yasanabilecek, gercek bir olayi anlatmak istiyorum;

Kamoyunda buyuk yanki uyandirdigi uzere Kaso akademik hayata Sosyoloji bolumunden gelen yogun israrlari geri ceviremeyerek adim atti. Bu olayin daha yankisi sonmemisti ki ev telefonu aci aci caldi, Kaso kendisine verilen anahtarlari saymakla mesgul oldugu icin (bolum binasina, ofisine vb girmesi icin toplam 4 adet anahtar verilmisti) mecburen telefonu ben cevapladim, karsidaki hollywood aksanli genc kadin 15 dakika sonra ozel ucagin arka bahcemize inecegini soyluyordu. Kulaklarima inanamadim, kimi aradiklarini sordum Takibana ABD temsilcisi ile toplantilari oldugunu soyledi, evet dedim o benim! Iste o anda macera basliyordu, 15 dakikada tayyorumu ve ici kismi diferensiyel denklemler notlari dolu evrak cantami aldigim gibi arka bahcede hazirdim, ah tabiki bir de gunes gozluklerim...
Kaso hala anahtarlari saydigi icin hicbir sey farketmedi bile, sadece Marty'e astalavista bebek dedim ve ciktim.15 dakika once Takibana ABD temsilciligine sessiz bir feminist darbe yapmis kendimi yetkili olarak atamistim bile, ah tanrim ben neler yapiyordum boyle. Futursuzca atildigim bu macera bakalim beni nerelere surukleyecekti...
Daha ismarladigim portakal suyundan iki yudum almadan Los Angeles'e varmistik bile. Yere serdikleri kirmizi hali beni dogruca toplanti salonuna goturdu, herkes hazir beni bekliyor, hemen ise koyulduk. Teklif ana hatlariyle suydu: Akademi odullerinde (halk arasinda Oscar odulleri diye bilinir) Takibana ozel odulu adiyle yeni bir odul eklemek istediklerini soylediler, ben tabiki ici dolarla dolu, ama dopdolu cantayi elimin tersiyle masadan asagi attigim gibi "Takibana kapitalist duzenin bir parcasi olmayacaktir" diyip kalktim toplantiyi terkettim. Ama daha kapiyi kapatmadan "ben nasil donecegim simdi, bari 300-500 bi donus bileti parasi kapsaydim" diye dusunmeye baslamistim bile, ustelik ders notlarim da odada kalmisti. Kapinin onunde Ilyas Salman edasiyla comelmis, simdik napiciim diye dusunurken omuzumda sicak, babacan bir dost eli hissettim, "Oooo sen buralara gelirmiydin ya, hangi dagda kurt oldu" o ses, Marlon Baba yani basimdaydi. Durumu anlattim, hallederiz dedi. Hal hatir sorduktan sonra sesi birden huzne gomulup "O nasil?" dedi, Gaso dan bahsettigini hemen anlamistim. Bu kez benim elim onun omuzunda, sessizce dinledim, gerci salya sumuk aglarken agzinda gevelediklerinden bisey anlamadim ya. Vallaha zor kurtuldum elinden, yaslanmis iyice tuhaflasmis bu Marlon, "Surda bizim bi arkadasa sozum var bi cayini icerim demistim" diye laf arasina girip kacar adimlarla ordan hemen uzaklastim. Bide baktim kizlar toplanmis suslenmis puslenmis, cocuklari da almislar dolmus yol kenarinda bekliyorlar. Beni gorur gormez bi cigliklar bi efendim sevinc naralari, hep beraber Angelina'ya altin gunune gidiyorlarmis. Yol kenarinda hep beraber ne bekliyorsunuz deyince, Salma beni cevapladi, Ankara agiziyla dolmus, Istanbul agiziyla minibus bekliyoruz. Valla Hollywoodun ic yuzunu gormek diye buna denir, anlatsam kimse inanmaz dedim. Ne var ayol, diye atladi hemen Scarlet, biz insan degilmiyiz. Dolmus geldi, soforun cocuklari kucaginiz alin diye cikismalari ve Los Angeles ta cazgirligiyla bilinen Julia' nin soforun agzinin payini vermleri arasinda Angelia'nin evine vardik. Herkesin normalden bayaa fazlaca yalakaliga varan tavirlari dikkatimi cekmiyor degildi. Bir ara gun fikrini nerden ogrendiniz diye sordum, her zaman ki gibi Scarlet atladi, meger henuz Takibana-nin sayfasinda yayinlanmamis nokta zan arkadasimzin "iktisat uzerine-2" adli makalesinde bu konu ele aliniyor, ekonomideki yeri ve dunyada esitligi saglayacak yegane yol oldugundan bahsediliyormus. Krizi boyle atlatiklarini soylediler. Vallaha agizim acik kaldi, bizim nokta neymis meger, Hollywood ekonomisine yon veren adam da tabiki Takibana'dan cikardi. Gurur duydum sayin okuyucular...
Bir yandan kisir, pasta, borek yiyip birbirimizin kilolarindan bahsederken hepsi benim "uber alles" oldugum konusunda birlesiyorlardi. Hepsi orgusunu cikarmis birbirinden ornek istiyor, yedikleri boreklere kusur buluyor sonra baska biseyi overek yapanin gonlunu aliyorlardi. Sonra nasil olduysa biri konuyu acti, "sizin adiniza bir odul vreceklermis, duydugumuza gore" deyince toplantida olanlari, nasil haykirip paralari yuzlerine firlattigimi 1e en fazla 3 katarak anlattim. Son cumlemi bitirince, Angelina'nin saskinliktan acik kalmis kocaman agzindan bir akan tukuruge tutunmaya calisirken dusen az cignenmis sigara boregi parcasina gozum takildi. Ve tabiki 2 dakika sonra kendimi kapinin onunde buldum! Neyse en azindan karnimi doyurmustum.
Yine basladim yurumeye, kaldirima dogru bir ozel jet yanasti, yoksa organ mafyasina kurban mi olacagim derken, icinden beni evden alan adam elinde benim evrak cantamla beni iceri buyur etti.
Yolda kararimiz ne olursa olsun bize saygi duyduklarini, ve ilerde daha iyi fikirlerle geleceklerini felan soyleyip binbir sirinlikle yine gonlumu aldilar...
Tamam dedim Takibana Hollywooda kusmedi...
Eve vardigimda Kaso elinde anahtarlar bir koseye sinmis, elinde yarim ekmek, gulumsuyordu, yoklugumu farketmemisti bile. Niye bu kadar sevinclisin dedim "benim 4 senin 3 anahtarin var, hahahaaa" dedi. Yuzundeki ifade dehset vericiydi. Urktum, bir asistanlik insani bu kadar degistirebilirdi, eski saf, temiz Kaso gitmis, anahtarlarin esiri olmus bir Gollum gelmisti...
Devam Edecek...

19 Ocak 2010 Salı

Töre



Meryem Sökmen...

Hiçbir vicdanın açıklayamayacağı vahim bir hadisenin acı kahramanı… Boğazda bir yumru…

Daha 12 yaşında başına sıktığı 3 kurşunla hayatına son veren, kerameti kendinden menkul ülkemin bir masum kız çocuğu. Diyorlarmış ki, âşık olmuş kendi gibi 12 yaşındaki sınıf arkadaşına. “seni seviyorum” yazıvermiş bir kâğıt parçasına. Fakat yakalanmış tüm pedagojik formasyon derslerini başarıyla geçen öğretmenine. Köyün namusunu koruma hevesiyle okul müdürüne, derken Meryem’in babasına iletmiş kâğıdı öğretmen. Töre korkusundan almış eline o tüfeği Meryem. Köy korucusu babasının tüfeği…

Daha 12 yaşında nasıl korkuttular da Meryem’i, ölüm geldi aklına? Nasıl bir töredir ki sevmekten dem vuran ve belki de aşkı sadece bir evcilik oyunu sanmakta olan Doğubayazıtlı Meryem’i hayatından vazgeçirecek kadar ürküten? Aynı korku muydu yoksa Meryem’in 1997 yılında 8 yaşındayken kendini asan ablasının altındaki iskemleyi de iten? Şimdi intihar mı diyecekler bu hadiseye, “cinayet” iken açıklamaya tek muktedir kelime. Faili töre değil mi bu cinayetin?

Tecavüze uğrayan kardeşini öldürenden, ölen abisinin eşiyle evlendirilenden, abisi bir adamı öldürdü diye hiç tanımadığı o adamın ailesine gelin verilen kızcağızdan farklı mı Meryem? Dört bir yanı saran cehaletin bedelini ödeyen ilk ya da son kişi mi?

Bu ülkenin az sevilen, sevdiğinde de gizlemek zorunda kalan kadınları feodalitenin baskısıyla eziliyor, konuşamıyor, itiraz edemiyor. Eşinden şiddet gören kadın da, henüz ergen bile sayılmadan körpecik bedeni tecavüze uğrayan kız çocuğu da törenin kurbanı oluyor.

Hal böyleyken hala başbakanlık yetkilileri ve hatta bir bakan “aile hizmetlerinde sivil toplum kuruluşları ile istişare” toplantılarında aldıkları töre cinayetleri ile ilgili kararlarında; kadının doğru bir din eğitimi almasından, dinin kadına bakış açısının doğru aktarılmasından, din eğitimi sırasında peygamberin hayatının anlatılması gerekliliğinden vs… bahsediyor. Tüyler ürpertiyor bu cehaletle savaşmasını beklediklerinin daha karanlık cehaletleri.

Latife...

16 Ocak 2010 Cumartesi

...



1)
Tarih : 15 kasım 2006
Yer : Japonya
Depremin şiddeti : 8.1
Ölü Sayısı : 0
2)
Tarih : 11 Ocak 2010
Yer : Abd - California
Depremin Şiddeti : 6.7
Ölü Sayısı : 0
3)
Tarih : 12 Ocak 2010
Yer : Haiti
Depremin Şiddeti : 7
ölü Sayısı : 500.000 civarında olduğu tahmin ediliyor...

Elbette ki 1 ve 2 de işaret edilen yerlerde insanlar ölsün istemiyorum ama bu iki örnek bizlere hatırlatıyor ki Dünyada kapitalizm söz konusu olduğu sürece bilgiye, güce ve en önemlisi yaşama şansı zenginler için daha yüksek. 7 şiddetinde ki bir deprem 500.000 yoksun ve fakir Haiti insanını dünyadan göçertmeye yetiyorsa geriye kalan tüm insanlığın bunu düşünmesi ve hesabını vermesi gerekiyor.Yoksulluk sebebiyle ölmek 7 yaşındaki bir çocuğun kaderi olmamalı. Tüm dünyanın öncelikle bölgede kalan annesini babasını kaybetmiş çocukların, aç susuz insanların yardımına koşması gerekmektedir. herkesin mutlaka yapacak birşeyinin olması gerekiyor.

Geriye kalan çocukların acıları, yoksullukları baki kalacak ama bizim içimizde gündelik işler arasında bu olayı hatırlayan kalmayacak. medya organları ve kurumların unutması gibi birşey söz konusu olamaz, onlar en başından beri yaşananları hiç görmediler. çünkü daha ikinci günde bölgede ölen veya yaralanan Türk'ün olmadığının haberi gelmişti çok şükür! ama 500.000 kişi öldü ulan!!

10 Ocak 2010 Pazar

FİLLER TEPİNİYOR ÇİMENLER EZİLİYOR...

YÖK: Katsayı Kalkacak
DANIŞTAY: Katsayı Kalacak.

Değerli dostlar; hepinizin bildiği üzere YÖK ve Danıştay üniversiteye giriş sınavlarında meslek liselerine uygulanan katsayı uygulaması yüzünden yeniden çatışmaktadırlar. YÖK ve Danıştay'ın tutumunu yaşanan klik çatışması çerçevesinde değerlendirdiğimizde her iki kurum açısından da tutarlılık ifade etmektedir. Çünkü her iki taraf da temkinli adımlar atarak karşı tarafı boşa düşürmek amacındadır. Zaman zamanda birbirlerini '' ideolojik'' davranmakla suçlamaktadırlar. Çeşitli açıklamalar yaparak, farklı gerekçeler üzerinden kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadırlar. Danıştay genel lise öğrencilerinin uğradığı haksızlığı öne sürerken, YÖK de meslek liselerinin eğitim süresince uğradığı haksızlık üzerinden propaganda yapmaktadır. Gözler önüne serilenler bizlere gösteriyor ki taraflar temsil ettiği tarafın çıkarları uğruna en iyisini yapamaya çalışıyor.

Ülkemizde son dönemde yaşanan değişim ve dönüşümler göz önüne alındığında her iki taraf açısından da meseleye dair kaygıların farklılaştığı anlaşılmaktadır. Zira yaşanan bu değişim dönüşümler esnasında bazı kurumlar kilit rol oynamaktadır. Bundan kaynaklı her iki tarafın da amacını, mağduriyetlerini ortaya koydukları kesimlerin haklarını savunmaktan ziyade, bu kurumları ele geçirme, elindeki kurumları müdafaa etme mücadelesi olarak algılamalıyız. Hem Danıştay'ın hem de YÖK'ün bu şekilde konumlanışının ve söylemlerinin boş hamasetten başka bir şey olmadığını göstermektedir.

Yaşanan tartışmalar gösteriyor ki eğitim sistemindeki adaletsizliği gidermenin yol ve yöntemleri, soruların adedine ve öğrencinin girdiği sınav sayısına endekslenmiştir. Zaten adaletsiz olan eğitim sistemi sonucu ortaya çıkan eleme sınavları öğrencileri gelecek kaygısıyla dershanelere mahkum etmektedir. Dershaneler ise günümüzde ayrı bir sektör haline gelip eğitimin paralılaştırılması noktasında çeşitli görevler üstlenmiştir. İnsanlar, kötü yaşam koşullarına rağmen, birçok temel ihtiyacından vazgeçerek, kazandıkları paraları çocuklarının '' güvenli gelecekleri''(!) için dershanelere harcamak zorunda bırakılmaktadır. YÖK ve Danıştay'ın sözde mağduriyetlerini ortadan kaldırmayı hedeflediği her iki kesim de dershanelere gitmek zorundadır. Çünkü hedefledikleri bölümleri okumak için yüz binlerce rakipleri vardır. Bu okulları kazansalar dahi okumak için milyonlarca lira harcamak zorunda kalacaklar. Mezun olanlar onlarca yıl harcadıkları emeğin karşılığını almadan ucuz iş gücü olarak çalışacaklar ya da diplomalı işsizler olarak işsizler ordusuna katılacaklar. Sürekli kendileriyle aynı şartlarda yaşamak zorunda olan insanlarla rekabet etmek felsefesi öğrencilere '' kurtuluş reçetesi'' olarak sunulmaktadır. Bu rekabetçi anlayış sistem tarafından öğrencilere sürekli empoze edilerek bireyci, bencil kişilikler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu rekabetçi sistemin devamı için dershaneler, '' umut simsarı'' rolünü üstlenmiştir.

Paralı eğitim cenderesinin içine sıkıştırılan öğrenciler, 6. sınıftan başlayarak liselerde en bilindik ifadeyle yarış atı haline getirilirken ya da üniversitelerde sahte gelecek vaatleriyle kandırılırken aynı zamanda sorunlarına da yabancılaştırılıp egemen sınıflardan(YÖK, Danıştay...) çözüm bekleyen bir pozisyona sürüklenmektedirler. Eğitimin niteliksiz ve bilimsellikten uzak oluşu da içine düşülen durumu daha iyi yansıtmaktadır. ilköğretim sıralarından üniversite amfilerine uzanan, düşüncenin düşünmenin kırıntılarını dahi taşımayan bir eğitim sistemi sözkonusudur. tamamen sistemin ideolojisine göre insan yetiştirilmektedir. Bu aynı zamanda insanların tek tipleştirilmesine ve kendini gerçekleştirememesine neden olmaktadır. Bu çarkı kırmanın yolu, egemen sınıfların farklı klikleri arasındaki tartışmalara taraf olmaktan ziyade başta ailelerle birlikte çağdaş, akılcı, bilimsel akademik talepleri yükselterek yeni bir eğitim programının hayat bulmasını sağlamaktan geçmektedir. Yeni eğitim programı; düşünen, araştıran, inceleyen ve her şeye eleştirel bakabilen yeni insanı yaratma hedefini önüne koymalıdır. Bu da eşit, parasız, bilimsel bir eğitim sistemiyle mümkündür.


m.zan


Hangi Takibanist Karaktere Sahipsiniz?


Merhabalar sevgili takibanadostları!
Sanmayın ki bloga yazmıyorum diye duraklama dönemine girdim.Çalışmalarım son sürat ilerlemekte fakat çoğu uzun soluklu olan projeler olduğundan sizlere yarım yamalak bilgiler aktarmaktansa bir süre daha yazmamayı tercih ediyorum elbette.
Bu uzun süre ve yoğun çalışma isteyen projelerden birini tamamlamış bulunmaktayım aziz takibanaseverler!
Bildiğiniz üzere siyasi,iktisadi,bayındırlık ve iskan,felsefi,sanatsal vb. konulardaki tavrıyla dünya üzerinde richter ölçeğinin ölçemediği şiddette sarsıntılar meydana getiren takibana,bir çok alanda yeni akımların doğmasına sebep olmuş;coshua(ben),nokta ve gaso gibi isimler keremcem,tan,gökhan özen gibi isimleri tahtlarından indirip genç kızların yeni sevgilisi konumuna gelmişlerdir.
İşte sevgili canlar bu etkilerden biri de takibana'nın,bu köhne düzen içerisinde varolmuş ve olmaya devam eden "kapitalist toplum insanı"na yapıtlarıyla tokat atıp kendine getirmesiyle,sözkonusu insan(lar)ın karakter(ler)inde meydana getirdiği değişimdir.Takibana adeta "dönüşüm"ü tersten yaşatmıştır,insanlara...Anadolu'nun bir çok yöresinden "Abi sabah bi' kalktım behlül olmuşum,sağolun abi.İnsanları iyiye güzele yöneltmek bu olsa gerek!Viva takibana!" benzeri onlarca elektronik posta,kısa mesaj ve çağrı aldık.
Bu gelişmeler sonucu tüm bağlantılarımı kullanarak ve şans eseri yurtdışında olmam vesilesiyle de yakin dostlarım Almanya Sosyologlar Dayanışma ve Yardımlaşma Vakfı(DSIC) Başkanı Dietmar Hamann'ın ve Berlin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı aynı zamanda geçen seçimlerde Berlin 1.Bölge bağımsız Milletvekili seçilmiş türk asıllı Barbaros Toppmüller'in yanında aldım soluğu.Barbaros'un Berlin'deki ofisine kapanıp sürdürdüğümüz haftalar süren yorucu bir çalışmadan sonra sizler için bu testi hazırlamayı başardık!
Haydi şimdi kapın kalemi kağıdı ve çözmeye başlayın...

1)Sizce sinema nedir?

a) "ya ne gidip boşuna para verecem nasılsa şov tv'de verirler "
b) "hacı iki tane kız arkadaşım oldu hayatım boyunca,dolayısıyla iki kez sinemaya gittim onlarda da bi baştaki reklamları,bi de fragmanları hatırlıyorum.Ama fragman bitene kadar oturdum,sonuçta sinema emekçisine saygı."
c) "ay ben ne korku filmi izleyebilirim ne de dram,mesela babam ve oğluma üç kez gittim,üçüncüde ağlamaktan bayılmışım.bence en güzeli romantik komedi özellikle biricıt cons"
d) "sanat filmlerine hiç dayanamıyorum,o ne öyle ya bi adam duruyor bi saat onu izliyorum.nedir bu ya!"
e) "bence sinemada antiemperyalist tutum şart.film dediğin toplumsal sorunlara parmak basmalı,çekinmeden izleyicinin gözlerine önüne sermeli,dünya ve türkiye dinamiklerine güncel bir yorum getirmeli,ilerici ögeleri her karesinde bulundurmalı son tahlilde toplumcu gerçekçi olmalıdır."

2)"Issız bir adaya düşsem yanıma alacağım üç şey...

a) ...en yakın arkadaşım,uydu telefonu ve suda yanan kibrit olurdu"
b) ...un,tuz ve şeker olmazdı.Üç beyazdan uzak duracaksın."
c) ...coshua,nokta ve gaso olurdu."
d) ...rakı,beyaz peynir ve kavun olurdu."
e) ...kalem,kağıt ve yalnızlığım olurdu."

3)Bir dizide oynayacak olsanız hangisini tercih ederdiniz?

a) Kollama-STV
b) Nip/tuck-CNBC-E
c) Papatyam-STAR TV
d) Fıkralarla Türkiye-Kanal 7
e) House,M.D-TNT

4)Ne sıklıkla sinemaya gidersiniz?

a) kitleyecek pardon ısmarlayacak birini buldukça giderim,belli bir düzenim yok.
b) güldürüklü film geldikçe giderim,eğlence şeysi değil mi sonuçta eğlenmeyeceksem para vermemin de bir manası yok.mesela recep ivedik en beğendiğimdir.neden?çünkü millet kan ağlıyor biraz da gülmeye ihtiyaçları ver.buradan şahan'ı öpüyorum.
c) arkadaş yukarıda arz etmiş komik filmler güzel benim favorim de cmylmz mesela.ama ben türk sinemasının kuvvetlenmesi için çıkan tüm türk filmlerini izlemeye çalışıyorum.
d)her hafta perşembeden vizyona girecek filmleri inceler,beğendiğim olmasa dahi giderim birine.
e) "ne gidecem lan sinema bana gelsin!" deyip dururdum.geçen sinema emekçileri sendikası(sinesen)ndan gelip ağzımı burnumu kırdılar.her gün gider oldum!

5) Bir ülkenin kralı/kraliçesisiniz,uygulamaya sokacağınız yada mevcut anayasadan kaldıracağınız ilk şey ne olurdi?

a) sigara yasağı olurdu,%100 dumansız hava sahası istiyoruz.
b) otoyol kenarlarına tel örgü çektirirdim.otoyollardaki hayvan ölümlerine hayır!
c) zencileri yasaklardım.adamların hem fazladan kası var hem de...töbe töbe fuck u blackass!
d) özel mülkiyeti kaldırır kendi sonumu da hazırlardım muhterem.
e) youtube'u açardım.

6) Karşı cins hakkındaki düşünceniz hangisidir?

a) kadınlar olmasa şerefsizim dünyada komünizm olurdu!
b) erkek ve kadın..onlar bir bütünü tamamlayan iki parça.
c) erkek deme bana!iğrenç mahlukat!insan sevgilisinin yanında osurur mu!?
d) kadınlar/erkekler dünya üzerindeki en güzel yaratıklar,kusursuz yaratımın kusursuz parçaları.
e) kadının sırtından sopayı,karnından sıpayı eksik etmeyeceksin!

7) Ömrümü...

a) bir sahil kasabasında balık tutup satan,satamadığını yareniyle demlenirken rakısına meze eden bir yudum insan olarak...
b) bir şirkette başarılı,üst düzey yöneticilerin takdirini toplayan bir çalışan olarak...
c) üç duvarı kitaplarla kaplı,tek odadan oluşan bir evde sürekli kitap okuyan,geçimini dergilere gönderdiği öyküler karşılığı eline geçen bir kaç rubleyle sağlayan biri olarak...
d) kendisinden çok şey beklenen ve büyük umutlarla dört büyüklerden birine transfer edilen ancak gece hayatı ve karı kız ayaklarına saplanarak beklenen patlamayı yapamayıp bir anadolu takımına gönderilen,orada sezonda yedi gol üç asist ortalamayla oynayan bir gizli forvet olarak...
e) lise terk,evde hayırlı bir kısmet bekleyen hamarat,titiz ve dizi bağımlısı biri olarak geçirebilirim.

8) Dünyaya bir daha gelsem...

a) alman olmak isterdim çünkü adamlar disiplinli bir kere ayrıca ikinci dünya savaşı mazimizde var.keşke yenilmeseydik...
b) fransız olmak isterdim bir kere adamlar kibar fransız beyfendisi diye bir kavram oluşturmayı başarmışlar ayrıca bir frenç kis vardır ki...
c) brezilyalı olmak isterdim çünkü adamların çalım atmadığı,yumurtlatmadığı millet kalmadığı.kendim bir futbol aşığı olup ta babaeskispor yıldız-b den ileri gidememiş olmaktan dolayı müthiş utanç duymaktayım.orda hiç olmadı botafogo da falan oynarım.
d) içimizdeki irlandalı olmak isterdim.
e) sevgiliiiimmm arar bulurum yine seniii severimmmm

9) Herbiri insan doğasının ayrı bir noktasına dokunan takibana production yapıtlarından hangisi favoriniz?

a) 3'ün 1'i;kola kapağı ve zavallı edriyın
b) 3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı
c) 3'ün 3'ü;baba,kedi ve edriyın'ın gölgesi
d) mahalledeki yabancının çok tuhaf hikayesi
e) legend of edriyın

10) Ve son olarak aşağıdaki sözlerden hangisi size en yakını?

a) "benim koyunum bile avrupanınkinden farklı bakıyor!" Nihat Doğan
b) "nihat doğan sakal gibidir,kestikçe daha gür çıkar!" Nihat Doğan
c) "sedanın hamile olduğunu bilseydim amerikadan arabayla dönerdik." Nihat Doğan
d) "eskiden türkiye'de üç tip insan vardı:sadece okur,sadece yazar ve hem okur hem yazar."Nihat Doğan
e) "biz bu vatanın kedisine de aşığız,köpeğine de." Nihat Doğan


Hayırlı uğurlu olsun sevgili takibanacanlar!Umarız çok zorlamamışızdır,elimizden geldiğince her konudan ve seçici sorular hazırlamaya çalıştık.
Şimdi gelelim sonuçlara:

a'lar çoksa: Anlaşılan o ki siz takibanayı anlayamamışsınız!Biz kolektivizmden bahsediyoruz,siz hala için yancılığındasınız.Kahvede çay ısmarlatıp,ortamda beliren sigara paketine bir şahin edasıyla dalan o pis adamlardansınız ama vicdanınız sizi de rahatsız etmeye başlamış.Takibanist Evrim Süreci(TES)nin en alt basamağını oluşturmaktasınız.Bir an evvel kendinizi toplamaya bakın yauv!

b'ler çoksa: Okuma-yazmayı yeni öğrenen bir ilkokul talebesinin heyecanını görmekteyiz sizlerde!Bu heyecan size ne kadar mutluluk vermekteyse bizi de o kadar umutlandırmaktadır,aydınlık günlere dair.Daha çok okuyup bir an evvel yaratım sürecine dahil olmaya bakın.Canımsınız..!

c'ler çoksa: Siz ortanca çocuk misalisiniz.Nasıl ki -bilen bilir,bilmeyenler için söylüyorum- bir ailede "sen büyüksün sen yap","sen küçüksün sen et" arasında unutulan ve en az iş yapıp en çok konuşan ortanca çocuklar var.İşte siz onlardansınız.Lafta en önde işte en arkadasınız.Hayır zeki,kafalı insanlarsınız var belli cevher ama işte şu sefa pezevenkliğinden vazgeçiniz.TES'in kırılma sürecidir sizinki ya bir üst basamağa çıkarsınız yada karanlığa düşer,kaybolur gidersiniz!

d'ler çoksa: Bir üst basamak artık kaçınılmazdır.Yetenek,zeka,çalışkanlık,disiplin hepsi sizde mevcuttur ancak en üst basamağa çıkmak için gerekli olan tecrübe yoktur.Politbüroya hazırlanan parti konseyi mensubu heyecanı ile bizi çok ilerilere taşıyacaksınız,iyi ki varsınız!

e'ler çoksa: Yaratım,yönetim,basın-yayın,üstün top tekniği vs. dünya üzerindeki tüm üst düzey yeteneklerin birleşimi adeta üstüninsansınız!Yodasınız,rıdvansınız,michaeljordansınız,melek ve şeytan,filler ve çimen,rot ve balanssınız! Birşey diyemiyor daha fazla çünkü siz herşeysiniz ve hiçbirşeysiniz!Dünyevi kelimeler yetmiyor sizleri anlatmaya....öpüyorum!

a'lar ile d'ler,b'ler ile c'ler eşitse: Napıyorsunuz siz kuzum!Bu kadar saçma şey mi olur,baştan başlayınız ve her soruyu anlayıp,doğru düzgün yorumlayıp cevaplayınız!

a'lar b'lerden bir fazla,d'ler ise ikisinin toplamının yarısından c'ler kadar fazlaysa : siz saçmalamışsınız derim....


saygılar ve de sevgiler,
coshua...





"ASLINDA BÜTÜN MESELE NEYDİ?"

Oysa biz hep bir düş kazasında yitirdik arkadaşlarımızı,
Karşıdan karşıya geçerken eli bırakılan çocuklardık…”
Zafer Ekin Karabay
Yaşam hiçbir mantıklı temele dayanmıyorken, irrasyonelken, düzensizken ve dahi absürtken; varoluşun zehrini başkalarıyla paylaşmak adına yazıyordu onlar. Belki de yazdıkça bulaştırıyorlardı bu zehri zamana. Ve bu yüzden kimi zaman açık açık, kimi zaman mısra aralarında intihar temasını işliyordu şairler.
Zafer Ekin Karabay, Nilgün Marmara, Cesare Pavese, Kaan İnce, Sergey Yesenin, Mayakovski, Sylvia Plat, Özge Dirik, Sosyal Ekinci, İmam Aygün, Kenan Özcan… ve dahası yaşama daha fazla tahammül etmemek adına “Hayatın neresinden dönülürse kardır…” diyenlerin bir çırpıda sayılanları...
Zafer Ekin Karabay giderken; bıraktığı "Aslında bütün mesele neydi?" diye başlayan mektubunda; “Daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?” diyordu. Yerleşik yabansıydı o bu hayatın. 29 yaşının 29 Şubatında gitmeyi planlamışken, hayatta kalmaya ikna edemiyordu kendini daha fazla ve 28 yaşının eylül ayında içinde bir türlü basıldığını göremediği kitabı “Şubatta Saklambaç” ın acısıyla gidiyordu.

"Nil güne akarken şubat gibi biriktim;
dört yıl topladığı acısını yirmi dokuzuncu adımında gösteren.
Ve çıktım yaşama onun sakladıklarını sunarak saklandığım yerden.
Sonra kendime dönüp dinledim:
yeniden acılarımı ve sordum:
yaşamın neresine saklanmalı ozan,
ya da nasıl saklamalı yaşamı?”

diyordu bir şiirinde, ve o şiirdeki güne akan Nil idi Nilgün Marmara… Kendi deyimiyle "paniğini kukla yapmış hasta bir çocuk". O bu dünyayı başka bir dünyanın bekleme salonu olarak görüyordu Cemal Süreya’nın dediği gibi ve iki adımlık yerkürenin bütün arka bahçelerini görmüştü. “ölüm, yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız...” diyordu ve bir türlü hangi anlama boyayacağına karar veremediği hayatı terk ediyordu 29 yaşında.
Henüz 22 yaşında güneş gibi bu kentin batı kapısından giderken usulca Kaan İnce;
"Ve ben güzün ağlayacağım
sulara çekileceğim dönerken balıkçılar
yakamoz göreceğim dümensiz simsiyah gözleri
öleceğim
ve ben”
diyordu.

Cesare Pavese ise; “yaşama uğraşı”ndan vazgeçerek kendini derin bir uykuya bırakıp “sözler değil, eylem. Artık yazmayacağım...” deyip günlükleri dışında tüm yazdıklarını yakarak intihar ediyordu.
Diyordu ya Zafer Ekin Karabay aslında bütün mesele neydi diye, başkalarının acıları pahasına mutlu olanlar mı, acı çekene sarhoş gibi davranıp hadi kalk yeter artık diyenler mi neydi asıl mesele? Hayat intihar etmeye bile değmezken; bizi Zafersiz, Kaansız, Nilgünsüz bırakan asıl mesele belki de sadece “hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliği” idi Alaattin Topçu’nun da dediği gibi. Oysa intihar hayatın anlam kazandığı bir noktada anlam kazanmıyor muydu? Hayat bu kadar absürtken bir insan ölmüş ya da ölmemiş ne fark ederdi?
Şimdi bana kalansa Tezer Özlü’nün Pavese için söylediğini tekrar etmek tüm bu isimler için tek tek, ayrı ayrı…
Bu kahrolası yeryüzünün büyük yalnızları… Sizi ne denli seviyorum.”
Latife

9 Ocak 2010 Cumartesi

İzmir Notları....

Yoğun siyasi gündem ve iş hayatının yorucu temposuna aldırış etmeden, Haso'nun beni Takibana yöneticiliğinden ihraç etmesiyle birlikte kaybolan itibarımı geri kazanmak ve takibananın geleceğini tartışmak üzere " fuarlar ve kongreler kenti" sapa İzmir' e yola çıktım. çok sayıda şehir gezdim fakat izmir' e ilk gidişim olduğu için oldukça heyecanlıydım. ilk izlenimim geçen yılların izmir'i çok değiştirdiği yönünde olmuştu. Takibanın toplanmak için İzmir' i seçmesi kentte müthiş bir heyecan yaratmıştı. yolda karşılıştığımız izmir' lilerin beni tanıması ve gösterdiği ilgi bizleri oldukça şaşırttı ve memnun etti. Aslında izmir' de herkes birbirine aynı soruyu soruyordu ; Sapa ve gavur olarak bilinen izmir' in makus talihini Takibana ruhu değiştirebilir mi_?
Tüm bu gelişmeler ışığında 1. geleneksel takibana sapa izmir kongresi düşük bir katılıma rağmen yüksek bir tansiyonda gerçekleşti. zaman zaman hararetli tartışmaların yaşandığı kongrede şu kararlar alındı ;
1) Takibana hiçbir manda ve himaye yi kabul etmeyecektir.
2) takibana' nın bağımsızlığını yine Takibana' nın azim ve iradesi Kurtaracaktır.
3) Ayvalık' ta derhal bir kongre tertiplenmesi zaruridir.

Kaso' nun yerinde inceleyip bizlere model olarak sunduğu Universal Studios tesislerine benzer Takibana Studios inşaat projesi 2010 un mega projesi olacaktır.iyiyi, güzeli ve doğruyu takdir etmekte hiçbir sakınca görmemekteyiz. bu sebeple Universal Studios yetkililerini kurdukları tesisten dolayı tebrik eder, bizlere model oldukları için teşekkür ederiz.

Ayvalık Kongre ve tost notları çok yakında yine burada...

8 Ocak 2010 Cuma

TAKIBANA STUDIOS ASKINA: BIR 2010 YAZISI








Yer: Orlando Universal Studios, Florida
Daha Ayrintili Yer: Minyatur San Fransisco Sokaginin Gol Kenarindaki Cop Konteynirinin Yamuk Yumuk Duran Kapagi
Tarih: 2009'un son anlari ve 2010'un Ilk yarim Saati...

Kelle basi ortalama yuz elli dolar, dedim; kelle sayisi ise sadece su anda elli binden cok, gun boyu ise yuz elli bin etmistir. Hakliydim da. Uzunca kuyruklarda bekleyip alti bucuk dolara alinabilen biralardan birini yavas yavas icmis, hani tesir etmez ya, gelenek bozulmasin da icelim demisim.
Kelleler Ortasinda kocaman bes tane balon sira sira dizilmis golun etrafinda deli bir kalabalik yaratmis ve birden isiklarin en yaratici sekilde isildadigi cag otesi teknoloji ile donanmis parkin tum isiklari sondup o kocaman toplarin durma nedenleri ortaya cikti, uzerlerine yansiyan geri sayima elli bin kisinin sesi eslik etti ve sifir denilince anladim ki, kelleler belli ki harika bir seyi izlememi engelleyecek; hemen onumde masumca ve biraz da yamukca duran cop konteynirina varolageldiginden bu yana yapilmayan muameleyi reva gorup at biner gibi bindim uzerine; kimsenin o sirada cop konteynirina binen birini takmayacagindan emindim. Biner binmez geri sayimin bitisini izleyen gorkemli havai fisek gosterisi ve yani sira o koca man toplarin uzerinde Scarface'in son sahnesinde, o son harika replikle Al Pacino belirdi; ses ve goruntu ve yanaklarim resimdeki gibi gerildi, tam otuz bes dakika, en eskisinden en yenisine universal'in parmagi bulunan tum buyuk filmlerden can alici sahneler ve simdi sevmedigimiz vali Arnold'un "Astalavista baby"si gibi hafizalarimizdan silemedigimiz olcude onemli sahnelerden sonra cilgin havai fisek ve isik gosterileri; etrafta cigliklar, hayranca izlemeler ve altimda her an dusme ve beni dusurme tehlikesiyle oynasan masum cop konteyniri kapagi.
Gozlerimi kirpamiyordum, agzimi kapatamiyordum; alan derinligiyle ayri bir sahane gorunen, uc buyuk topa odaklanmis "Bira daha!" diyordum, o sirada "Bir daha cal Sam!" diye bagiriyor Humprey Bogart Casablanca'da ve fisekler gogun yerini aliyor, Gelecege Donus'un o harika profesorun sapkasini cikarip el salladigi sahneyi izlerken Isik Universal Park'ta korunan hemen arkamda duran Gelecege Donusteki zaman MAkinasi'na(o gumus unutulmaz araba) toplaniyor; arabadan ses cikiyor, zamanda yolculuk yapiyoruz, sinemayi tekrar seviyorum. Kahrolsun kapitalizm diyorum, evet, kahrolsun kahrolsun ama onun da iste 'unexpected but wonderful consequences' tabir ettigimiz karsimizdaki sonucundan kendimi alamiyorum; cop konteynirindan inip tam olarak resimde gordugunuz, kapitalizmin vaveylasina direnen tek emekci figure, bana o muhtesem gosteriyi izleten yoldasim cop konteynirina sariliyorum; guzel gonler gorecegiz konteynir, diyorum gunesli gunler.... Ve cop konteynirinin ici biraz cop dolu kulagina fisildiyorum: Bir gun elbette, bir gun elbette Takibana seni buradan alacak, cok dah guzel bir yeni yil gosterisinde seni bu elli bin kisinin ilgi odagi da yapacak; Universal neymis ki konteynir diyorum; biz Takibanayiz!!! Cop konteyniri, o andan sonra nedense ona Ramiz adini takiyorum, yani Ramiz umut gozyaslarini tutamiyor, arkamdaki Irlandalinin bogurtusu bana bu gozyaslarinin baska bir sey olabilecegini dusundurtuyor ama hayir diyorum; ben hayallerimler buradayim ve hayallerimizle kuracagiz esitlikci, barisci yeni studyoyu; Takibana Studios'u, hem de olmasi gereken yerde, Kucukdalyan'da kuracagiz diyorum; belediye sit alani sorununu cozecek ve Han, uc kat daha buyuk topu yerlestirecegimiz yer olacak diyorum; dostlar, kendimi tutamiyorum; inancla, umutla, tutkuyla: Viva TAKIBANA!!!!!

7 Ocak 2010 Perşembe

dedi... dedim...

-Niye öyle bir şey yapalım ki, dedi..
-Nasıl niye, dedim..
-Dürüstlük bunun neresinde, dedi..
-Kapitalizmin dürüstlüğü mü olurmuş, dedim.
-Bize kalan biraz dürüstlüktür, onu da bırakmamı istiyorsun, dedi.
-Sana kalan bir şey yok be yavrum, dolayısıyla yok bırakacağın bir şey, dedim..
-Ben buna inanmıyorum, dedi.
-Bu gidişle inanacak bir doğrun da olmayacak, inandırılmışlığınla kalacaksın sadece, dedim..
-Neden bahsediyorsun_? Ters giden ne var ki hayatımda, dedi.
-Sadece kendi hayatından bahsetmen yeterli bir tersliktir, dedim.
-Onu kastetmedim, dedi.
-Onu dedin, dedim.
-Başka hayatları önemsiyorum elbette, dedi.
-Ama önce kendi hayatını düzene sokman gerekiyor sanırım, dedim.
-Onu demedim, dedi.
-Onu kastettin, dedim.
-24 gün olmuş, açlık grevine gideceklermiş, katılsana hadi, dedi.
-Şu an yapamam, elimde değil, dedim.
-Atıp tutmak kolay tabii, dedi.
-Benim yapamamayışım bunu doğru kılmaz, dedim.
-Bu mudur yani senin doğrun, dedi.
-Mutlak bir doğru yoktur, dedim.
-İnandırılmışlığınla kalırsın yani, dedi.
-Hayır, ben 24 gün ve artısına, inancı uğruna soğukta yatan insana inanırım, dedim.
-Aptal ve soyut bir acı çekmek seni, o inanca ortak etmeye yetmez, dedi.
-Bunu demek istemedim, dedim.
-Bütün bunları diyen kim sence, dedi..
-Güldüm, kim olabilir ki, dedim.
-İkimizden biri, dedi.
-Hayır, ikimiz, dedim..
-Bu mümkün değil, dedi.
-Niye, dedim.
-Birimizin olduğu yerde diğeri kaybolur, dedi.
-İkimizin olduğu yerde fikirler çatışır, anlamsızlaşır, dedim.
-Bunu sen dedin, dedi.
-Bunu sen dedin, dedim.

Bunu ben demiştim...
Karanlıktan yararlanarak ışığı arkasına alıp yüzümü yüzüme yansıtan cama baktım. bana kalan yüzümün yansımasıydı sadece. Tek kelime etmemiştim ama yüzüme karşı tüm düşüncelerimi ortaya sermiştim.. En azından arkamdan konuşmuyordum. Kendime karşı temiz kalan yanlarım vardı kaybedilenlere karşın. Kaybedilenlerin yanında bunun ne önemi olabilirdi ki_? Bilmem, yalnızca kendini düşünen insan, kendinde temiz kalan birşeyler bulmuşken sevinmiş, çok mu_?

"elinden birşey gelmemek" klişesinden bıkmayan insan topluluğu arasında bir yer edinmekten başka ne yapıyordum ki_? Başka ne yapıyordun ki_? Bu tip aptal sevinçlerle kendini avuturken sen ve sana karşı bu cümleleri yazarken -senden farklı durumda olmamama rağmen- ben, 25. günün soğuğuna hazırlanıyor 24 gündür sokakta uyuyan insanlar! Bütün bunları yazarken ben, o inançlı insanlara destek verdiğimi düşünme hakkını istiyorsam, sokakta uyumam lazım gelir. Ama yapmayacaksın bunu, ben de öyle. Ve günler öyle geçecek.. "Ölmek var dönmek yok"un altında ezileceksin, her duyduğunda kanın kaynasa da.. kendi kendine telkinde bulunurken sisteme kaynamış bulacaksın kendini..

Çünkü...

Telkinlerimde kabullenen de bendim, karşı çıkan da..
Sisteme farkında olmadan uyum sağlayan da bendim, sistemin oyununa karşı beni uyaran da.. Pısıp kalan da bendim, bağırıp çağıran da..
Sistemin gerçek yüzünden bir parça görüp şaşakalan da bendim, sistemi yalamış yutmuş geçinen ukala da...

Sahi; ben kimdim_?...

haseyn..

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..