16 Ekim 2010 Cumartesi

Matematik'te Doktora Yapmak Üzerine Didaktik Bir Öykü...










Yakından tanıdıgınız sevgili Taso, bildiğiniz üzere ABD'nin alanında sayılı üniversitelerinden birinde Matematik Doktorası'na başladı.

Unutmak mümkün mü? 9 yıl önce bugünlerde ikimiz de Türkiye'nin alanında sayılı(!) üniversitelerinden birinde birinci sınıf öğrencileriydik, heyhat, o zamanlar önlük giyilirdi üniversitenin birinci sınıfında. Üstte, solda bir sahnesini gördüğünüz o şahane zeka-sevgi-dostluk-yaşam... temalı, türkçeye hangi akıl ve izanla böylesine yanlış çevrildiği en anlaşılamayacak filmlerden olan "Good Will Hunting"-Can Dostum-(ney?!) 'in başkarakteri Will'in karizmasına yenilip girdiğim bölümde daha bir ay dolmadan derste gizlice Dostoyevski'mi, Camus'mü açıp okumaya başlamıştım ben, şahsen.

Belki o ilk sene gerekeni yapacaktım ve bölümümü değiştirecektim. Lineer Cebir'in o en Will olunmaya müsait görünen dersinden 153 kişiden 150 kişi kalınca ve geçen 3 kişi arasında bulunmayınca hele, herşey tamamdı, değiştirmeliydim...ki ilk senemizin, birinci sınıfın sonlarında, baharda büyülüfener sinemasına, evet, Taso ile birlikte gidip izlediğimiz yine korkunç çeviri mağduru "A Beautıful Mınd"-Akıl Oyunları(!)- herşeyi altüs etmişti. Aynada teorem çözen bir Russel Crowe olmak niye imkansız olsundu ki, niye beni de rus ajanları halusınasyonları ile gizemli, komplike ve bir o kadar da holywoodsal bir matematikcilik hayatı beklemesindi ki?

Bu yeni amerikan komplosu nedeniyle 2008 başlarında sonlanabilecek matematik serüvenimi yaşamış, neyse ki 25 yaşıma gelince, aynada teorem çözmek yerine küçükdalyan'da değerli öğrencim Oktay'a basit kesirlerde toplamayı 9 ayda öğretemedikten sonra akıllanmıştım.

Şimdi hepinizin bildiği gibi, ABD'de olmama ragmen, genç dahilerinin filmi çekici bulunup yapılmayan ve fakat bana göre bir alanda, Sosyolojı'de devam ediyorum ben, şahsen... Ve Taso'ya gelince...

Hikayemizin odağında evet, Taso var dostlar. Good Will Hunting ve A Beautiful Mind'a inanmaktan vazgecmemiş, kapsamlı bir burs ile Matt Damon'un da Russel Crowe'unda havasında dahi olageldikleri Amerika topraklarında lisansüstü eğitimini yapmaya gelen Taso, Clemson'da gerçekten hiç bir şey anlamadan izlediğim zorlu bir sürecin ardından master derecesini aldı ve artık yabancı olana, Russel ve Matt ile aynı seviyede bulunacağı, dolayısıyla ne benim ne de aranızdan herhangi birinin anlayamayacağı şeyler yapacağı bir mevkide sürdürecekti öğrenciliğini.
Taşındık karolaynaların kuzeyine, herşey yeniydi; herşey doktora yapmanın büyüsünü taşıyordu. Günler geçti. Ben doğal olarak Taso'nun master'da bir şey anlamadığım notlarından kaçıyor, derslerine dair anlattığı şeylerde kendimi yetersiz hissetmemek, bir zamanlar hayalini kurduğum Kurt Godel'in analizlerini anlayamayacak olmanın acısını tekrar duymamak için ugandaca dinler gibi dinliyordum, 'hı hı' deyip geçiştiriyordum... Ta ki dostlar...Ta ki bugüne kadar...

Cıvıl cıvıl, güneşli bir ekim günü, hem de pazar günü, hem de hiç kimse beni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin...(Nazım usta'ya saygısızlık mertebesine erişmeden kesiyorum.) evet, öylece uyandım, sabah saat 10'du. Taso, kahvaltıyı hazırlamamış, bunun yerine giyinmiş, beni de derhal giyinmem için telaşa sevkediyordu. Otobüs çalışmıyordu, ben O'nu arabayla götürmeliydim, ve kampüste Nathan adlı sınıf arkadaşıyla buluşup bir ders için deney yapmaları gerekiyordu...

Evet: Doktora Deneyi! Şöyle silkindim, endişelendim ve lakin evin erkeğiydim, beni rol-model kabul etmiş süpersonik kedimiz Marty tepkimi anlamak üzere gözlerini dikmiş bana bakıyordu mahzun mahzun. Korkumu yenip üzerimi giydim ve heyecanımı gırtlağıma hapsedip bomboş yollarda tırısa kaldırdım arabayı. Kampüse varıp arabayı park ettik.

Neden sonra Nathan ile karşılaştık... O da nesi!
Nathan 1.65 boylarında, cılız bir bünyeye sahip, kalın camlı gözlüklerin ardından serçe gibi bakan, elleri ayakları sürekli kıpraşan bir matematik doktora öğrencisiydi. tanrı ona doğuştan Russel Crowe olmayı, Matt Damon olmayı armağan etmişti. Elbette ki girdiği tüm tuvaletlerin aynalarına teorem çözümleri yapıyor,metroda gençler bardan dönerken küfürlü muhabbet ededursun, o, yine ve niyeyse cama(cama teorem çözmek matematik doktorasıyla ilgili bir şeydi anlaşılan) teorem ispatı yapmakla meşgul oluyordu.

Elimi yarım sıktı Nathan, "I am Kaso" deyince "All right" diyerek anlamsız ve bir o kadar da yavşakça gülümsedi.
Dedi ki "I am from Ohio" Sormamıştım ki! Ben daha ne diyebilirdim ki; sormamıştım ama söylemişti işte, çocuk tam bir matematikçiydi, rus ajanlarını sormak istedim ama biliyordum ki bu tehlikeliydi. Bir matematikçiye ne sorulur ve tehlikeli değildir diye düşünürken yaşını sordum; bir çırpıda, adeta dahiyane bir şekilde "Rıght now ı am twenty-four" diye yapıştırdı cevabı. 'Kaşınma' dedim kendi kendime.

Elbette ki doktora deneyine dair bir şey sormamıştım; onlar aralarında konuşurken deneye dair, ben kulaklarımı tıkamıştım ve deney yerine, okulun yanındaki sosyal caddemiz Hillsborough Street'e vardık. Taso ve dahi Nathan aralarında on metre kalacak şekilde kaldırımda yerlerini aldılar, not defterlerini ve kalemlerini çıkardılar ki Taso hızla arkada bir banka oturmaya meyletmiş bana doğru koşup Nathan'a "Wait wait!" dedi.

Korkuyordum elbette ama dediğim gibi evde beni örnek alan Marty vardı, güçlü olmalıydım!

Elindeki cep telefonun bana doğru uzattı Taso ve dedi ki "Kronometreyi başlatınca seslen ve tam beş dakika olunca durdur bizi."

"Yapabilir miyim gerçekten?" demek istedim ama Marty herşeyi yönlendiriyordu o anda. "Peki" dedim, "Tam o saniyede mi durdurmalıyım?" dedim, "Ney?" diye pervasızca sorarak benden uzaklaştı ve yerini aldı.

"Start" komutu verdim ve Taso ile Nathan aynı anda defterlerine bir şeyler karalamaya ve yola bakmaya başladılar. 5 dakika göründüğünde heyecanla ve gereginden yüksek bir sesle "Stop!" diye bağırdım; Hillsborough'un sakinleri yadırgar bakışlarıyla beni süzerken ben koskoca doktora deneyindeki çok çok basit görevimi yerine getirmiş olmanın kıvancını duymaktaydım.

Taso ve Nathan benim bulunduğum yere geldiler; ikisinin de kağıtlarında çizikler vardı... Çiziklerini saymaya koyuldular.

Kalbimdeki hızlı atışlar yavaşladı, anlamsız ve belirsiz bir şaşkınlığa meyıl verirken Nathan "How many?" diye sordu Taso'ya.
"Thirty-six" dedi Taso ve ekledi: "How about yours?"
Nathan o bana dahiliğinin göstergesi olan gülümsemesi ile "Thirty-six" dedi.

"Ok!" dedi Nathan, "Ok! We are fine, have a good day!" dedi ve hızla yanımızdan uzaklaştı.

Bir yanımızda Hıllsborough, diğer yanımızda 120 yıllık üniversite kampüsü birbirimize bakakalmıştık Taso ile.
"Otuz altı ne?" diye sordum, dayanamadım.
Hiç bir şey olmamış gibi: "arabaaaa" dedi sondaki a harfini anlamsızca uzatarak ve acımasızca devam etti. "Beş dakikada önümüzden geçen arabaları saydık ve baktık, sayımlarımızda fark olacak mı?" diye...

Kozmik ve karmaşık görseller arasından çekip çıkardığım hayalkırıklığının o andaki evrensel merkezi olan başımı hafifçe sallayıp, "5 dakikada yoldan geçen arabaları mı saydınız?" diye sordum.
"Evet," dedi Taso.

Gündelik yaşamın gündelik ağzına ihtiyacım vardı, mahalledeki arkadaşla bilye oyunu hakkında konuşur gibi "ama yanyanaydınız zaten?" diye sordum.
"Hayır, aramızda on metre filan vardı." dedi Taso.

"Matematikte doktora bu mu?" diye sordum aynı bilyeci ağızla.

"Neyy?" dedi Taso, çantasının yanına sokuşturduğu suluğundan bir yudum aldıktan sonra, yüzünü buruşturarak...

Hiç yorum yok:

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..