11 Mart 2010 Perşembe

Tinios...



Ayak seslerini duyabiliyordum… tanıdım… fakat, her zamanki oyununu yapıyordu; aklınca parmak uçlarında yürüyerek, kendisinden 7 kg 375 gr daha hafif olan hüseyin’in yürüyüşünü taklit ile beni kandıracağını sanıyordu… hüseyin’in, camının 5te 1i kırık penceremin karşısında görünen incir ağacının dördüncü katına nazır dalında mütemadiyen oturduğunu ve hayatının buraya kadarki kısmını ve hatta sonrasını orada geçireceğini unutmuş olabileceğimi düşünmesi shaturanga da 3 piyon kayıpla sonuçlanacak aciz bir hamleydi…
Oyun kısa sürdü. Terliğimin üzerine hücremin kapı dibinden yansıyan ışık huzmeleri, saniyede 12 santimetre kare alanı karanlıkta bırakacak şekilde kayboldular… kayboldular… kayboldu… kayboldum…
Penceremin, güvercinlerin pislikleriyle onurlandırmadığı yarı saydam bir şükufesinden 1,5 lüx şiddetinde yansıyan parıltının boynumdan akan soğuk ter tanelerim olduğunu fark ettim…
İncir ağacını emziren Hüseyin değil, Kemal’di… oyun değildi bu ve henüz kimse bir şey kaybetmemişti… ulan hani ömrünün geri kalanını şe……
Hüseyin, ‘sana da sıra gelecek, sağacaksın!’ diye ünledi, ardımdan, ancak ses gözetleme ızgarasına değil, ayak parmaklarıma paralel aksediyordu… nasıl oluyor ve Newton ipne midir, diye sorarak, ızgarayı araladım… benim ayaklarım ?!
?! işaretine bakılırsa, belirsiz bir hamleydi… numarası eksik ayakkabılarım, üç sağımlık incir sütüne mal olmuştu, fakat neden benim değil de onun ayaklarındaydı… üstelik incir ağacına turuncu ayakkabılarla çıkılmaz… bu ancak Gökmen’in inancını yasladığı Tinios Ritüelleri’nde mümkün olabilirdi… ah o ritüeller… ama şimdi sırası değil… kesinlikle değil…
Kemal, incir ağacının cenup dallarını talan ederek, ihtiyarın şimale dik uzanmasını umuyordu… daha çok sağmalı, daha çok… 65 derecelik eğimi yakalamadan önce bu oyun bitmeli… yoksa sonumuz gelecek, kapılar kapacak, Kemal incir sütüne karışacak, ben shaturanga’ da bir piyon, hüseyin’in kapı altından sızarak korkumu gıdıklayan rakibim gölgesi ise bir at olacak… bir daha ki tinios’a kadar ne içileceğiz, ne kazanacağız ne de kaybedeceğiz… iyi olanın bu olduğunu söylesem tinios’u sorarsınız bana korkuyla… bir sonraki tinios’a kadar yaşayacağız, sütte ve shaturanga’da… sonra mı? Orontes açılışının Defne varyantında feda edilerek ben, hüseyin’e yem edileceğim ancak oyunu kazanan o olmayacak, neither ben… kazananlar da kaybedenler de içecekler o sütten…
Sonun bir başlangıç olduğuna hiçbirimiz asla inanmadık; gölge, sahibi, ben, kemal, gökmen, tin, tini, tinios, piyon yahut at… asla inanmadık… zira aksini de ispatlayamadık, ki zira bir araya gelince öznelerimiz, asla sevişmeyeceğimiz hatunların rahatsız olacağı bir koku ile sallanırız… nedense o hatunlar da asla 4.nefesten sonra gelen güzel rayihasının varlığını keşfedemeyecek zevkimizin…
‘g4’… ilk hamleden yenileceğimi, beyaz gözlü rakibimin bakışından sezdim… ilginç, sakin ve güzel değil mi? ‘g4’… bu tanım, “korkunç”un tanımı…
‘beraberlik!’ diyebildim, artakalanımla… turuncu ayakkabılı gölgeye beraberlik teklifimi tasdik ettirmek için hangi elimi uzatmam gerektiğini düşündüm… ‘hangisini isterse o’ dedim… sağ geldi, sağ gittim… tinios’a uygun olarak sol alt diyagonelden sağ üste ilerleyecek ve küçük merkezin ortasında eşitliği kutlayacaktık… kutlayacaktık… kutlayacak… kutla… kut…
İşaret parmağım fark edemediğim bir parmağının siluetine mikroskobik temasa yeltenirken zaman durdu… hani neden pencereye bir incir tanesi fırlatarak hızımızı saniyede birkaç santimetre daha arttırmamızı salık vermedin be Kemal, be Süt, incir sütü… içmesinler mi seni şimdi…
Tamamı renksiz shaturanga zemini 5. Boyuta katlandı… katlandı… kat… kat… kat…
Son işittiğimiz, bir sarhoşun, Orontes’in Defne fedasına asla düşmeyeceğine ettiği yemini “unuttum” diye aşağılamasına, elinde Süt ile Gökmen’in verdiği yanıttı : “ŞEYH MET.”


aytaç arpacı 8.3.2010

Hiç yorum yok:

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..