19 Aralık 2009 Cumartesi

yağmurla gelen - 2...


Kariyerimin zirvesindeydim...
Yazı yazdığım, fikirlerimi paylaştığım, kısmen de olsa hayatımı adadığım bloga hergün birlerce(1) hatta onbirlerce (11) insan akın ediyor, bizi çıldırasıya takip ediyorlardı. Korkuyordum ve bu korkumu blogun, gölgede kalan diğer yazarlarıyla paylaşıyordum. ama blog işi gönül işi özdeyişinden bihaber olan bu yazarlar, bu korkumu anlamıyor ve zafer sarhoşluğuna devam ediyorlardı. aylardan eylül, bilemedin kasım'dı. büyük bir özveriyle yazdığım ve doğal olarak kamuoyunu derinden sarsan, kasabaları çalkalayan "Takibana'da Takilbana şoku" adlı eserim, takibana içinde zelzelelere neden olmuş ve hemen ardını artçı şoklara bırakmıştı. blog yazarlarının veya yakınlarının özel hayatlarından çok çarpıcı kesitlerin yer aldığı bu haberden sonra uykularım bölünmüş noktazan deyince russian women'i, coshua deyince ebru gündeş'i ve bilimum kişi veya durumları anımsar olmuştum. yine öyle bir gündü...


yine her gece yaptığımı bildiğiniz gibi robdöşambr'ımı giymiş, boğma rakımdan-----

------------------------------------------------------------------------------------------

Yazıma burada ara vermek zorunda kaldım... türk filmlerinden birkaç tane de olsa izleyen her insanın tanıyacağı; çöpçüler kralı, kapıcılar kralı,hanzo gibi iz bırakan filmlerin usta yönetmeni Zeki ÖKTEN'in ölüm haberini almak bu yazıya ara vermekten fazlasını gerektirir. çöpçüler kralı'ndaki rengi bir daha asla başka bir filmde göremeyeceğimize eminim.. Toprağı bol olsun... Zeki ökten...1941-2009..

------------------------------------------------------------------------------------------
------------------------------------------------------------------------------usulca yudumlar almaktaydım. saatin kaç olduğunu bilmiyordum ve boğma rakı da yine ayarsız yapılmış olduğundan olacak, çarpıyordu. gözlerimi gecenin karanlığına dikmiş, klasik bir şekilde "ulan acaba şu anda kaç kişi robdöşambr'ını giymiş, boğma rakısını yudumlayıp gecenin karanlığına bakarak 'acaba şu anda kaç kişi benim yaptığımı yapıyor' diye düşünüyordur" diye düşündüm... muhtemel "sadece ben" cevabının ağırlığını kaldıramayacağımdan bu düşünceleri defettim kafamdan... bir anda arkamdaki kapı açıldı. evet karanlıktı, evet içmiştim, evet enteresan hülyalara dalmıştım ama yine de içeri girenin bizim çaylak coshua'dan başkası olmadığından emindim. ve yalnız da değildi. hatta yalnız olmamakla beraber, yanındakiyle düet yapıyordu. işte o an sevgili takibana okurları, tam o anda coshua'dan tiksindiğimi farkettim. kolunda ebru gündeş olduğu halde içeri dalan coshua; gıygıy da gıygıy sesinden başka ses çıkaramadığı halde elinde tuttuğu keman ve ebru ile beraber ben imkansız aşklar için yaratılmışım şarkısını katlediyordu. yavaşça önüme döndüm. "belki" dedim "bakmazsam giderler". ama hiç öyle görünmüyordu. coshua yanıma geldi, tüm "osurgan olursun ha, yerler soğuk" ihtarlarıma rağmen yere çöktü ve "seviyorum abi!!! seviyorum!" diye bağırmaya başladı. cevap vermedim. ama o hala bağırmaya devam ediyordu. Ebru'ya baktım, inceden beni kesiyordu, robdöşambr'ın açık pileleri esen rüzgarla savrulurken "bunu mu la_?" dedim coshua'ya. "e-evet!" dedi. ve ebru'nun üzerimdeki bakışlarını yakaladı. her şey o kadar hızlı olmuştu ki, sadece, coshua'nın ebru'yu taşıdığını ve ebru'nun çıkarken bile beni kestiğini görebildim. zifiri karanlıkta bir şey seçilemiyordu. ölmüş de olabilirlerdi. boşluğa baktım. nedense hiç bir şey hissetmedim. zaten coshua'dan en üst seviyede tiksinmiştim, ebru'da olmasa da olurdu. bu yüzden yapılası tek şeyi yaptım. kadehimi alıp boğma rakımdan yudumlar almaya devam ettim. gece ilginçleşmeye başlamıştı, hadi bakalım hayırlısı olsundu.

boşluğu izlemeye devam ettim. soğuktan olsa gerek güçlükle uçmaya çalışan bir sinek önümden geçti, aldırmadım. bir daha geçecek oldu, 3e inanmayan bir insan olarak, zaten çok yavaş uçan sineği kanadından yakaladım. yüz yüze geldik. bana bakıyordu, görebiliyordum. gözleri sanki "abi, sen iyi bir insana benziyorsun, gerekeni yap, yalvarırım. yetti gaari, dayanamıyorum bu acıya, aşağılamalara, hor görmelere. gerekeni yap abi, gerekeni..." diyordu, anlıyordum. diğer kanadını da tuttum ve hızla ayırdım kanatlarını. fizik kurallarını hesaba katmadığımdan sadece bir kanadı kopmuştu. diğerini de koparmam gerekiyordu, çünkü zor durumdaydı. diğer kanadı koparmak için ayaklarından da tuttum ve kanadını çektim. bu sefer de ayakları kopmuştu. o an durdum, gökyüzüne baktım ve " yüce rabbım, ne mahlükatlar yaratıyorsun öyle" diye düşündüm. olacak gibi değildi, sineğe baktım tekrar, ağlıyordu. gözyaşları çağlayan olmuş, boklu gövdesini ıslatıyordu. sinekten de tiksinecektim ama zaten zor durumdaydı, vazgeçtim. diğer kanadını koparamasam da, bir kahraman edasıyla sineğe baktım, ağlıyor ama gözleriyle yalvarıyordu: "gerekeni yap abi, yap artık b.kunu yiyim!". evet, acı ama ölmesi gerekiyordu, bu acıyla yaşayamazdı. yine boşluktan yana döndüm ve "acaba şu anda kaç sinek can çekişiyordur" diye düşünecekken sessiz bir çığlık yükseldi: "aaaabbiiiiiii!!!!". sessizliğin sahibi sinekten başkası değildi. heman bir şeyler yapmam gerekiyordu. tırnak makasını elime aldım ve kanadını kestim. ağlıyordu ama gözleri şükran doluydu. akan gözyaşı değil, şükrandı. evet bu cümle güzel oldu.. pardon olmuştu.. neyse, sineğe baktım. artık acısına son verecektım. son kez bakıştık ve yedinci kattan aşağıya attım onu. kahramandım. ve kahramanlar yaptıkları iyiliklere dönüp bakmazlardı. bu yüzden gözlerimi boşluğa diktim ve "kafasını çarpıp ölmüştür, kafasını çarpıp ölmüştür" diye düşündüm. bu gece de çok düşünmüştüm...

uyandım.. evet , yine uyuduğumun farkına varmamış, rüyalar alemine dalmıştım. bu tür rüyalar gördüğüm için kendimden de tiksindim. her zamanki gibi gaso'yu aramalıydım, aramadım.. ilişkimiz hala gözlem altındaydı, ona karşı mesafeliydim. onun her an gönderdiği titreşimlere, göz kırpmalara karşın, kararlılığımı sürdürdüm. Kaso'yu arayasım geldi, zaten özlemiştim. ama o bunun farkında değildi. olsun dedim. çaldırsam arar diye düşünerek telefonu elime aldım. daha yarımıncı çalışta telefonu açan kaso, helecanla "yeah, hey man,wat's up, that's america bro, hey man, hey girl, elele, boxer..." diye, orada öğrendiğini düşündüğüm tüm cümleleri sıralamaya başladı. soluk almadan konuşuyor, anlamsız anlamsız şeyler söylüyordu, anlıyordum. bir an duraksar gibi oldu. bu fırsatı tepemezdim, hızla içimden gelenleri sıraladım ben de: "lek kontür düşüyor kontüüüürr, I wish AYTEK is your son!!!" diye bağırdım ve tek harf etmesine izin vermeden yüzüne kapadım telefonu. ne dediğimi ben de bilmiyordum, ama ne demek istediğimin farkındaydım! oh olsundu, zira bunun için mi göndermiştik elin amerikalarına_? el oğlu çoktan matematik bölümünü bitirmiş ve hakkıyla tekel bayiisini işletmeye başlamıştı. bizim ki ise "hey man aşağı hey girl yukarı" south carolina sokaklarında subari'siyle pozlar veriyordu. sinirden dışarı çıkıp sineği ezesim geldi, ama nafile sinek bir rüyaydı sadece. uyurken de uyadıktan sonra da çok düşünmüştüm... boğma şişesini alıp kafama diktim.. son kez boşluğa bakıp "ulan amerika; you mu, me mi_? you mu, me mi_? göreceğiz!" diye düşündüm... bir gün de böyle geçmişti...

Hiç yorum yok:

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..