10 Şubat 2010 Çarşamba

nevruza hazırlık

gece gece,yine sıkkın buhran içerisinde,beni şu sayfaya adam akıllı bir şeyler yazmaktan uzun süredir alıkoyan,ilkin titretmiş sonra zamanla ağırlaşıp üstümden geçmiş,şimdilerde ise bu ezilmişliğe alışmış bir ruh hali içerisindeyken,televizyonda karşıma çıkan bir kaç kare görüntü...özünde alaycı bir anlatımın parçası olsa da,bütününün anlamı zerre umrumda değil!zaten televizyondaki hiç birşey de umrumda değil,ne yapıyorlar,ne ediyorlar bana ne!ne bok yerlerse yesinler!neyse efendim ünlemle biten daha fazla cümle kurmadan sakinleşeyim.
ne diyordum?ha evet,gözüme ilişen bir kaç kare...çöl,kızgın güneş,sıcak rüzgar...ve bunlar yetiyor zihnimin arka odalarından birinin kapısını açmaya.içeriden bir ses bağırıyor "susuzluk!".akabinde bu çağrışım fiziksel etkisini gösteriyor kuruyan ağzımla.kalkıp su alıp geleyim diyorum ama deniz,nehir,göl yani bol suyu çağrıştıracak bir görüntü aramayı tercih ediyorum koca götümün yerçekimiyle munakaşasındansa.ancak gerek kalmadan görüntü bulmama zaten aklım geriye kayıyor,unutuyorum susuzluğumu.kapatıp sımsıkı gözlerimi aklımın içine sırtüstü yuvarlanıveriyorum.karanlık...sıcak yada soğuk anlayamadığım bir hava.bir an için ter basacak gibi oluyor,kavrulduğumu hissediyorum ama sonra birden bana lise yıllarımdaki ankara sabahlarını hatırlatan bir ayaz.bedenimin tümü gibi titremekle titrememek arasında kararsız kalmış gözkapaklarımı ağır ağır aralıyorum.aklımın içinde nasıl aklımda kelimeler belirir bilemem ama oluyor.ve garip,belirir belirmez dudaklarımın arasından özgürlüğe kavuşuyor kelimeler,durduramıyorum.duyamıyorum, gözlerimin önünde beliriyor ağzımdan çıkan kelime.havada asılı "kuru" sözcüğüne dokunuyorum.tanımladığı şey gibi kuruyup rüzgarla uçuşup gidiyor...benzeştiriyorum sadece gerçek olanlarla gördüklerimi.yoksa ne kuru,kuru;ne de rüzgar,rüzgar.
sonra bir an bir ses duyuyorum.ardıma dönüyorum eski türk filmlerinden klasik bir sahnenin içindeymişim gibi geliyor.arabesk'teki çöl sahnesi geliyor aklıma ve istemeden kıkırdıyorum.bunu da tutamıyorum.koca,uçsuz bucaksız çölde yankılanıyor sesim.puff!
yanı başımda bir adam peydahlanıyor.kadife pantolonu,kazağı,kaşe montu,eldiveni,beresi,atkısı tastamam kışlık kıyafetleriyle çölün ortasında ortaya çıkıyor.bana mı güldün diyor,hayır diyorum.yalan söyleme diyor,istesem de söyleyemem diyorum,kelimeler ağzımdan kaçıp gidiyor.tamam diyor ve yine puf!
onun ortadan kaybolmasıyla ben de kendimi bir caddede buluyorum.ayak parmaklarımın ucunda yükselip insan selinin üstünden bakıyorum,istiklal'in galatasaray'a uzanan ucunu görüyorum.dönüp arkama bakıyorum,az ilerde solda ssk işhanı onunda ilerisinde ne heykeli olduğunu yıllardır çözemediğim heykeli görüyorum.sakarya caddesinin balıkla karışmış çiçek kokusunu soluyorum.ardından sesler!önce sağ tarafımdan geliyor,dönüyorum az evvel ki adama benzeyen yüzlerce kişi üstüme geliyor.dönüp kaçacak oluyorum bu kez istiklalde üzerime doğru geliyorlar.sıkışıyorum.başım ellerimin arasında kapaklanıyorum.sesler yaklaşıyor,korkum büyüyor.puff!
sessizlik...tekrar çöldeyim.az ötemde bir adam yarı emekler,yarı sürünür halde ilerlemeye çalışıyor.biraz su diyorum,zihnim beni kırmıyor.su şişesini ayaklarımın dibinden alıp hızla adamın yanına gidiyorum.al diyorum iç.önce suya sonra bana bakıyor.istediğim su değil diyor ve dönüp ilerlemeye devam ediyor.ne öyleyse istediğin,ne istiyorsunuz diye bağırıyorum.bir puf daha!
karanlık bir odada ellerim,ayaklarım bağlı oturuyorum.hareket şansım yok.şaşkınlığımı atamadan önümdeki karanlıkta bir çerçeve beliriyor.zihnimin kayıt odasında olduğumu anlıyorum.önümden akıp giden onlarca,yüzlerce bana ait olduğunu öğrendiğim anı.sonra çerçeve giderek genişliyor ve ayaklarıma dek uzanıyor.artık dışarıdan izlemiyorum.ellerim ve ayaklarım özgür kalıyor.oturduğum yerden kalkıp bir adımla dalıyorum çocukluğuma.hayal meyal hatırladığım ben doğduktan biraz sonra taşındığımız evin mahallesi.insan ömrünün en güzel yıllarının kendime ait olan kısmını geçirdiğim yer.biri küt saçlı diğeri beline varan saçlarıyla iki kız gelincik topluyor.kendimi arıyorum istemsizce.ama yokum bulamıyorum.halbuse ablalarımın yanında olmam gerekirdi.bunu anıyı unutmamıştım.
eğiliyorum,küçükken dünyanın en güzel çiçeği dediğim gelinciklerden birini kökünden söküp soğanını koparıyorum.puff!
ilk sahnedeyim hava aynı,rüzgar aynı,kuru toprak,kuru ağaç aynı...çıkarıyorum gelincik soğanını.eşeliyorum toprağı biraz,özenle yerleştiriyorum soğanı içine ve tekrar örtüyorum üstünü.biraz su diyorum,zihnim yine kırmıyor beni.ayaklarımın dibinde beliren suyla cansuyunu veriyorum çiçeğimin.ıslanan toprak griden olması gerekene koyu kahverengiye dönüyor...

tekel işçisinin daha sıcak tutan battaniyeye,çaya,çorbaya ihtiyacı yok!
onların,onlar gibi umuduna can vermiş,onların yanında olan insanlara ihtiyacı var...

güzel günler için,güneşli günler için,
umutla...

Coshua


Hiç yorum yok:

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..