6 Ekim 2009 Salı

Takibana- Yol Hikayeleri II

...

yorgunluktan bitkin bir halde gidip kapıdaki yörük işi çardağa yığıldık. altımızda ve arkamızda kıl dokuma kilimler, hasır yastıklar; önümüzde ceviz işlemeli yemek tahtası üzerinde sacın üzerinden yeni inmiş, henüz buğusu üstünde sıcak, dolu dolu, yağlı gözlemeler, çam bardaklarda buz gibi olduğu titreyen köpüğünden anlaşılan ayran... rüyada gibiydik. hele teyze odun ateşinin üzerinde fokurdayan demliğin kapağını kaldırdığında, ortalığa yayılan teze çay kokusu genzimizi, göğsümüzü, bütün benliğimizi sarmış, deyim yerindeyse, yorgunluk, o anda uçup giden bir serçe yavrusuna dönüşüvermişti.


bu gözü bol yaşlılar, o kadar halden bilir, o kadar sidarta, o kadar ferrarisini satan bilge insanlardı ki, açlığımızın derecesini farketmiş, biz yumula yumula gözlemeleri, pişmiş yumurtayı, kovan balını, keçi sütü peyniri, daldan düşme meyveleri, kovayla ayranı iç edene kadar, tek bir soru dahi sormadılar.

yemekler yenip, çaylar içildikten sonra, nihayet tanışma faslı başladı. taban ali ile takip ana'nın hikayesini de, o çardakta öğrenmiş olduk.

...

hal hatır, nereden gelip nereye gideriz, bu dağlarda ceylan var mı, onu da devlet görevlileri vurur mu, antalyaspor kaçıncı ligde, bursa taraftarı faşo mu, ne olacak bu gariboğlu'nun hali derken sohbet akıp gitti. o ana kadar her şey yolundaydı.

biz iki yolcu, onlar konuksever hancı, geçinip gidiyorduk.
arada takip ana "c"ye daldan yemişler, "s"ye sandıktan işlemeler ikram ediyor; tabanali amca kaçak tütünü sarıp keyifle tüttürüyordu. onlar da bu davetsiz konukların varlığına sevinmişlerdi belli; bu dağbaşında insanlardan, medeniyetten, televizyondan, internetten, 3 g'den ve aypod'dan habersiz geçinip gidiyorlardı.

muhabbet o kadar sarmıştı ki, biz ulvi görevimizi unutuyorduk neredeyse. allahtan "s" henüz kendinden geçmemişti ve ne yapıp edip, lafı oraya getirdi. gerçi saçmaydı; bu insanların bir internet blogundan dünyaya yayılacak hareketle ne ilgileri olabilirdi? bizimki de iş olsundu... gene de sorumluluk ve örgüt bilinciyle hareket edip, konuyu açmaya karar verdik.

"sahi, dedi amca, sizin buralarda ne işiniz var gençler..."

hah, işte, derdimizi anlatmanın tam zamanıydı.

biz, kuşandığımız sonsuz iştahla "takibana hareketi şöyle, takibana hareketi böyle..." demeye başladık. önce birbirlerine bakıp gülümsediler; "anlamadılar herhalde, ne yapsın garipler..." diye geçirdim içimden; ama anlatmayı da kesmedim.

bir bolivya köylülerinden, bir afgan mültecilerinden, bir ezilen mnokta'nın örgütlenince nasıl aslana dönüştüğünden, bir aktivist kaso'nun yıldırım türker hayranlığından bahsediyor, coştukça coşuyordum. ben coştukça onlar gülümsüyor, gülüyor, giderek bu sevimli gülümseme alaysı kahkahalara dönüşüyordu. biz de bozulmaya başladık tabii. ama, bizi böyle ağırlayan evsahiplerine kaba davranamazdık. bir ara kısa bir sessizlik oldu. tabanali amca hala alaysı ama gene de sevimli gülümseyişini sürdürüyordu.


o tuhaf sessizliği, az önce kibarlıkla izin isteyip tahta barakaya giren takip ana bozdu.
ama, ama bu ses?... o dört kelime?
inanılır gibi değildi...

(devam edebilirdi; ama... )

Hiç yorum yok:

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..