6 Ekim 2009 Salı

takibana - yol hikayeleri

Ankara Takibana-

Tamam olur, olur da... "Bu kadar da olmaz kardeşim!" denecek türden bir haber geldi bizi buldu sayın blog fanları. Evet evet, yanlış okumuyorsunuz, haber ki elalem onun peşinde koşar; oysa o geldi bizi buldu. Hem de nerede...


Takibana oluşumunun kırsal ayağını kurmak için bir gönüllü ordusuyla (iki kişi: c. ve s.) yola düştük. Derdimiz, köylere, kasabalara, ören yerlerine, ücra meralara, çoban konaklarına, eski hanlara, tarlalara, ırmak boylarına gidip, takibana'yı şu "çocukluk hastalığı"ndan, muhtemelen taaaa kaso-taso'lardan kalma bohem, varoluşsal spritüalist, mistik egzistansiyalist ve de yapısalcı postmodern havadan biraz olsun uzaklaştırmak; takibanist hareketi öğrenci evlerinin vurdumduymaz, silme tüketici, küçük burjuva, yarı elit ve anason kokulu odalarından kurtarıp yarpuz, çemen, yayla çiçeği, çambalı, 'kekik, reyhan ve kaçak tütün' kokulu dağlara, tezek kurusu köylere, çoban çeşmesi yaylalara açmaktı. önce anadolu'nun sonra bütün dünyanın ve sonunda evrenin en halkçı oluşumu haline gelmeliydik. kırlardan yollara, oradan fabrikalalara, demir ve örs seslerine, makine yağlarına, çekiç uğultularına ulaşıp, nasır tutmuş, emek kokan, sevgi kokan, dostluk, barış ve kardeşlik kokan işçi ellerini sıkmalıydık.

işte bu yolculuğa, anadolu'nun ücra bir köşesinden, olympos dağlarından başladık. sırtımızda çantalar, iki emekçi, o dağların arasında köylülerle, yerli halkla, hatta yolunu şaşıp oralara düşmüş başka halkların evlatlarıyla konuştuk. bütü bunlar, yol notları ve ayrıntılar, yakında bu sayfada başlayacak yazı dizimizde izleyicilerle buluşacaktır.

bugünlük yalnızca küçük bir hikayeyi paylaşmakla yetineceğiz.

gözlerimizi güvenlik güçlerinin etkili biber gazından daha çok, daha yoğun, daha uzun süreli yaşartan bu küçük hikayenin kahramanları, o dağların arasında dünyayla aralarına bir set çekmiş gibi yaşayan "tabanali" lakaplı ali yaban amca ile takip ana (takip yaban) idi.

...

toros dağlarının denize bakan sırtında, çam ormanı içinde yönümüzü kaybetmiştik. gerçi kaybetsek ne olurdu, aradığımız belli bir yön yoktu ki; biz gerçek halk çocuklarına rastlamayı umuyorduk. ama neredeyse akşamüstü olmuştu ve hafiften korkmaya da başlamıştık. işte tam o sırada, sık çalılıklarına arka tarafından keskin bir gözleme ve kolonya kokusu geldi. ikisinin yan yana ne işi olabilirdi ki? muhtemelen açlıktan hayal görüyorduk; ben, karnı zil çalan "c" gözleme kokusuna yoğunlaşmışken, her koşulda güzelliğine düşkün "s" ister istemez kolonyayı seçti. ve mistik bir nedensizlikle kokuların geldiği yöne doğru yöneldik. birkaç yüz metre çalıları yara yara yol aldıktan sonra bir de ne görelim: karşımızda tahta bir baraka ve onun önünde oturan iki siluet vardı. açlık içimizi o denli kemirmişti ki, korkmak aklımıza dahi gelmeden bilinçsizce barakaya koştuk. tahta bir baraka, kapısında yetmişini aştığı yüzlerindeki ve ellerindeki kırışıklardan kesinlikle anlaşılan, yorgun ama gözlerinin içi gülen, mutlu oldukları her hallerinden belli iki köylü, bizi sevecenlikle süzerek buyur ettiler.

işte ne olduysa, ondan sonra oldu...

(devam edecek...)

Hiç yorum yok:

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!

Takibana Production'da bana sonbahar yaprak dökümü!!!
clemson(qq)-meksika sınırından amerika'ya geçmeye çalışan kaso/taso ikilisi kameralarımızdan kaçamadı! yönetim kurulundan alındığından bihaber olan kaso'nun yorumu merak konusu..

3'ün 1'i; kola kapağı ve zavallı edriyın

3'ün 2'si;kurbağaların sevinme zamanı

3'ün 3'ü;baba, kedi ve edriyın'ın gölgesi..